Friday, December 28, 2007

Yeni yıl mesajı ya da bir yanılsamaya ileti

Zaman, yaratıp da unuttuğumuz tanrıların en büyüğü, tüm haşmetiyle hükmetmeye devam ediyor. Sözüm burada çatallanıyor:

Bu yanılsamaya inananlara ve onu sevenlere
- ve biliyorum ki onlar çoğunlukta - :
Zaman tanrısına bir sene daha armağan ettik. Su gibi aktı gitti. Ama zaten zaman tanrısına canımız feda, herşeyimiz onun. İnanan insanın olumlu yaklaşımı olmasa idi, inancın bir anlamı kalmazdı. İşte tam da bu nedenledir ki geçen yıl uğurlanırken gelen yıl mutlulukla kucaklanır. Yaşamı yiyen zaman tanrısı hor görülmez, tam tersine yaşamı armağan ettiği için ayakta alkışlanır.

Bu yanılsamaya inananlara ve başkaldırmaya çalışanlara
- ve biliyorum ki onlar azınlıkta - :
Zaman tanrısı bir seneyi daha kopardı aldı elimizden. Su gibi aktı gitti. Hep aynı sorular:
"Bu tanrıyı biz yarattık ama kontrolü nerede kaybettik? Bu savaş ne zaman aleyhimize dönmeye başladı?"
İnanan insanın olumlu yaklaşımının, bu tanrının gücü üzerindeki pekiştirici etkisinin üstesinden gelmek gerek ancak azınlığın çoğunluğu etkileyebilmesi için azınlığın da en az onlar kadar inançlı olması gerek. Ama önce inanacak bir tanrıya ihtiyaç var. Zaman tanrısına başkaldırmak gerek ve işte tam da bu nedenledir ki doğar doğmaz öldüğümüz gerçeğini kendi kendimize devamlı bir suretle hatırlatmak icap eder. Ve gelen yıl ya da geçen ömür yanılsaması arasında aslolan büyük yanılsamaya, zaman tanrısına, başkaldırılır. Ve işin traji - komik yanı zaman tanrısına başkaldırının yıldönümü kutlandığında yaşanır zira söylem ve eylem birkez daha çatışmış ve söylem eylem karşısında yenilgiye uğramış, zaman tanrısına olan inanç pekişmiştir!

Bu yanılsamaya inanmayanlara
- ve onlar nerede bilmiyorum - :
"Zaman tanrısı"nın yerini "Ben tanrılar" alıyor zira onun yokluğu "ben"leri ve "yaşamı" yüceltiyor.
Ancak insanların dünyasında tanrı olanlar ne yazık ki yalnızlık tanrısının kölesi oluyorlar! Ve yalnızlık tanrısının zindan bekçisi zaman tanrısı, en büyük işkence aracı ve silahı olan ebediyet köpeğini, yalnızlık dünyasında, ben tanrıların üzerine salıyor...

Neredesiniz ey "Ben Tanrılar"...

Wednesday, December 05, 2007

K(S)arma[karı]şık ya da İçinden çıkılamayan düşünceler yumağı

Tren saatte 250 km ile uzaklaşırken şehirden, güneş batıyor ve sanayi bacaları yükselmeye devam ediyor. Binlerce yıl önce başlayan bu savaş çoktan kaybedilmiş.
Geriye bir tek bunu fark etmek kalıyor ve bir de "ömrünün belli bir süreyle sınırlı olduğunu bilen zavallı insanoğlunun bu acı gerçek karşısında neden yaşayan ölüler misali çabaladığı" sorusu!
Bu sorunun cevabında:
Umut,
İnanç,
Cehalet,
Romantizm,
Hayat,
Ve kaybettiği savaşın gölgesinde biten ağaçların güneşe susayan yalnızlığı
içinde...
İnsanoğlu yatıyor;

Sırtlan çoktan leşin kokusunu almış, sırıtıyor.
Güneş batarken, savaşın zehir tüten bacaları yükseliyor
Ve yaşam treni hızını artırarak uzaklaşıyor.

Sunday, November 25, 2007

Gizemli Bir sonbahar sabahı gittiler.

Gökyüzünün en mavisinin, yeryüzünün en yeşili ile kucaklaştığı birgün geldiler gürültüler çıkaran motorlarıyla. Yolun kiri, pisliği ve tozu yüzlerine yapışmış halde sessizce susturdular motoru. Ruhları, özgür ve yalnız takip etti peşlerinden. Deniz ve kumsal günlerinin akşamında günün yorgunluğunun atılabileceği barı açtılar, adını da "Kaybeden Güzel" koydular. Çevrenin en taze ve canlı barıydı, kendine has bir tınısı vardı. Gecenin saf karanlığında dost sohbetleriyle alkolün ve müziğin semaya karıştığı bir yaza ev sahipliği yaptı.
Ve bir sonbahar sabahında, Güzelin yüzü gülmedi artık, ağzı ardına kadar açık bakakaldı soğuk havaya karışıp ölen anıların ardından.
Kaybeden Güzel kapandı.
Ve onlar geldikleri gibi gittiler,
doğaları gereği!

Sunday, November 11, 2007

Puro Kokusu Yalnızlığı - 3

Bitmiş bir kahvenin odaya bıraktığı hoş kokunun ardından tavana yükselen puro dumanı zamanı çekip alıyor mekanın içinden! Geriye uzun uzak bir adam, anıların sessiz siluetleri ve sürüp giden monologlar kalıyor. Puro koyusu bir siyahlık, mavi soğuğu bir solukla bütünleşiyor. Dünya dönüyor...gerçekler akıp gidiyor. Gelecekse, henüz yanmaya başlamamış bir puronun henüz tütmeyen dumanında ve yaşanmamış anların durağanlığında saklı.
Sırtlan karanlıkta saklanmış izlemeye devam ediyor. Aslan uykusunda. Ve savaşçı, korku canavarının sırtında gözleri çakmak çakmak bekliyor tetikte.
Uzun uzak adamın eli kibrite uzanıyor, yalnızlığı atan kalbinin ritminde hissederek yakıyor yeni bir puroyu.

Monday, October 22, 2007

Wednesday, October 17, 2007

Sırtlan Günlükleri - 821

Beynimin içinde yankılanan müzik beni alıp götürüyor tüm zamanların ötesine.
Bulunduğum şehir artık yok. Yaşadığım ülke kayıp. Sezgilerim değişken.
İsteklerim sınırsız. Müzik beynimi bitiriyor. Mücadele yersiz, bensiz, kimsesiz...
Kimsiniz?
Salya sümük, boş bulanık bakan gözler,
Uyuşmuş beyin...
Ne o sırıtıyor musun?

Saturday, October 06, 2007

Doğu Ekspresi Cinayeti

Günler birbirini kovalar. Bir cinayet işlenir doğu ekspresinde. Ve burası her zamanki gibi herşeyden habersiz yaşamına devam eder kendi rutinliği içinde.
Ben kimim sorusu işte bu noktada önemini yitirir. Kör ölür badem gözlü olur.
Yaşarken kimsenin, bir diğerini, işine gelmedikçe hesaba katmadığı bu dünyada, benim kim olduğumdan kime ne!
Sözler, düşünceler ise zamandan, kişilerden ve cisimlerden bağımsız asılı kalmaya ve kamunun ortak malı olmaya devam ederler. O halde cinayeti kim işledi diye sormaktansa ve kimin öldürüldüğünü bilmektense, geriye ne kaldı sorusunu sormak gerek.
Zira karlar açılır, ekspres yoluna devam eder.
Cinayet elbirliğiyle işlenmiş,
Kurban bunu haketmiş,
Herkes görmezden gelmiş,
Geriye trenin acı cığlığında kaybolup giden düşünceler kalmış.

Friday, September 28, 2007

Sırtlan Günlükleri

Gün yavaşça ilerliyor 29'unda.
Onların ülkesinde, onların usulünce yaşanmalı kanımca. Hayatın tek bir noktaya yoğunlaşarak kendi üzerine çöktüğü bu dünyada çok yakında ne onlar kalacak, ne diğerleri, ne de bizler. Sırtlan toprakları kurak, sıcak ve sırıtkan.
Herşey yan yan gülüyor ve yerden yükselen çöl sıcağı ilüzyonların maddi manevi azmettiricisi oluyor. Sersem sepelek geziniyor uzun uzak sırtlan gün sıcağında, kafasına gezen yüz tilkinin yüzünü de boğazlama planları yaparak. Sürü uzaklarda, yeni sürü bilinmeyen mesafesinde. Çöl müziği leş kokuları ve akbabalarının çığlıklarıyla tam bir uyum içinde kulaklarda yankılanıyor ve beyni adeta avucunun içine alıp yok ediyor.
Bu ölümüne bir mücadele.
Ölen kazancak ama ölmek kolay değil...
二十五日

Saturday, September 22, 2007

Hücre...sırtlan...arslan

1 Eylül. Tutuklu hücreye alındı. Uzun Uzak diyarların uçsuz bucaksız sürgün topraklarında bir gün daha doğarken, o, gecenin
yorgunluğunu ve ırak ellerin yalnızlığını sırtlandı.
2 Eylül. Dışarıda yağmur damlaları ardı ardına toprağı kucaklarken, o, kırık kalpler sokağının dövüşcülerini anlatan bir film
izliyordu anlamadığı bir dilde. Ana kucağının sıcaklığı çok ama çok uzaklarda kalmış, sevgilinin tuzlu teri hala üzerinde.
... Eylül. Sırtlan uyanıyor. Korkak ve ürkek geziniyor sokaklarda. Yüzündeki garip tebessüm ürkütücü bir ışık barındırıyor.
Şehrin aslanları ulaşana dek bu şehir onların. Zincirler kırılmış, hücre delinmiş.
??? Eylül. Sırtlan sırıtıyor...

Thursday, August 16, 2007

Kör Ebe

Yıllarca kör ebe oynayarak büyüdü,
El yordamıyla yoklayarak, bulmaya çalışarak...
Gün geldi açtı göz bağını ve gördü ki zifiri karanlık sarmış her bir yanı,
Herkes bir yana dağılmış.
Ağladı, bağırdı... baktı ki gelen giden yok,
Gözlerini dünyaya kapadı!

Monday, August 06, 2007

Wednesday, August 01, 2007

Telif hakları (ç)alınmış bir duygu...

Çocukluktan ergenliğe uzanan yolda bir oyundur "ceee bicik"
Bir kaybolur bir ortaya çıkıverir... ceeee
Var olmakla yokluk arasında bir oyundur.
Olgunluğa ve tamlığa uzanan yolda bir farkındalık mücadelesidir.
Sıcak bir yaz akşamında nemli ve boğucu bir tımarhane koğuşunun florasan ışığı altındaki ve parmaklıklar ardındaki hastane kokuları içindeki delice sırıtmayla gelen salyalı bir yalnızlık ve bu yalnızlığı hayal etmektir.
Özgürük korkusu ve korkusuzca özgür olmak...
Aradaki fark yalnızca bir harfe kazınmış:
(c) e s a r e t !
Onsuzluk esarete yol açar, korkuların tutsağı olmaya neden olur. Ceeee
Esaretten cesarete giden yolda korkuların bir bir yıkıldığını görebilmektir olgunluk.
ceee demek, içindeki korkuyu hissedip kullanabilmek, koltuğun arkasından fırlayıp bağırabilmektir o deli sırtlan sırıtkanlığına.

Devinim cesaret ile esaret arasında bir harf gibi görünen ama bir hayat kadar uzun uzak kararlılıkta...

Monday, July 23, 2007

Cenaze

Birgün daha içimi içime gömdüm ve kalkan cenaze arabasının ardından bakakaldım.
Beni bana götürüyorlar ama ben arkadan bakakalıyorum.
Çiğniyorum, yutuyorum, susuyorum ama unutamıyorum.
Ne zamana kadar böyle gideceğini bilemiyorum ama bekliyorum.
Beni bana gömdüler, üstümü benle örttüler ve ben öylece izledim.
Kendimi kendime getirecek bir ben aranıyor, bulunamıyor.
İlan sayfalarını gezerken gözlerim, tam sayfa bir cenaze ilanına rastlıyor:
Ben... Ben... Ölmüşüm, gömülmüşüm, götürülmüşüm!

Monday, July 16, 2007

ÖFKE!

Kara bulutlar ufukta toplanıyor, fırtına yaklaşıyor. Çimenler güçsüzce boyun eğiyor fırtınanın elçisi hırçın rüzgarlara. Deniz kudurmuş sahili dövüyor ardı ardına durmaksızın. Martılar sağa sola savrularak kaçışıyorlar ve kargalar ve güvercinler...
Şimşek çakıyor, savaş başlamak üzere, öfkenin orduları katliama hazırlanıyorlar. Durumdan bihaberler ve biçareler şaşkınlık içinde bakınıyorlar.
"Neden? Biz ne yaptık da bunlar başımıza geldi?" sorularını soran gözlerinde öfkenin lacivert bulutları hızla hareket ediyor ve müthiş son sahnede yerini alıyor!
Sık dişini az kaldı,
Sıkacak diş kalmadı...
Kan fışkırıyor öfkenin adım adım ilerlediği topraklardan!
Acıma yok, unutmak yok sadece öfkenin kör kızıllığı... GELİYOR!

Thursday, July 05, 2007

Bazı Sabahlar...

Son gönderi tarihi olan 13 Haziran'dan bu yana kalem kıpırdamadı. Çok sıcak ve yoğun bir hava var duygular aleminde. Ta ki bu sabah bir sabah yeli esip Karadenizin o ağır ve yalnız havasını üzerime serpene dek! Kendi kendime sordum: Neden bazı sabahlar diğerlerine nazaran daha hüzün dolu? Gökteki bir bulut parçasından mı yoksa içten içe kabaran monotonluk, yoksunluk, acizlik duygularının yarattığı dolmuşluk hissinden mi?
Rüzgarda yağan yağmura karşı adım adım yürüyorum, arkama bakmazsızın,
Tüm duygularım yağmurla süzülüp, rüzgarlar uçuşuyor geçmişin kollarına,
Gelecek: yalnız bir evin soğuk koridorları!

Wednesday, June 13, 2007

Uzaklar

Karanlık bir akşamın değil ama
sıcağın,
düşüncelerin yüreği sıkıştırdığı saatlerde gelip,
ağır ağır ama bakışlarını üzerime sabitleyerek geçiyorlar düşünceler kervanı.
Uzakları görebiliyorum,
hissedebiliyorum.
Vakit daraldıkça,
tükendikçe, uzakları daha yakından görebiliyorum.
Köhnemiş sokakların yalnızlığını duyumsuyorum;
bakıp da görmeyen, tanımayan gözlerin soğukluğunu hissediyorum...
Yazmıyorum,
yazamıyorum...

Thursday, June 07, 2007

Karanlık çöküyor

Suçsuz ve günahsız: Masum.

Kurnazlığa aklı ermeyen, kolaylıkla aldatılabilen, bön, safdil: Saf

Çok az kullanılmış veya hiç kullanılmamış olan, özrü olmayan: Temiz

Masum, saf ve temiz; yolları ayrı düşmüş üç küçük kardeş. Masumiyet bilinçli olmak ister, oysa saf olanın blinci var mıdır? Ve eğer bilinci yoksa kirlenmeye, kullanılmaya ve yıpranmaya mahkum değil midir? Masum olan bilinçli uyanık ve dirayetli olmalıdır. Aksi takdirde "saf"ın yürüdüğü daha doğrusu sürüldüğü yollardan geçmek zorunda kalmaz mı? Ve bu yollarda temizliğin işi var mıdır?

Masumiyetimizi korumamız gereken şu günlerde kirlenmeyi göze alarak saflığı terk etmek gerek!

Tuesday, May 22, 2007

Hanımeli

Zaman yanılsamasını alt eden mucize ilaç: Koku.
Zamanı oracıkta bir başına bırakıp, mekandan bağımsız yolculuklara çıkaran ve düşüncelerin hiç de geçmişte kalmadığını gösteren mucizevi ilaç...
Hanımeli çiçeğinin o muhteşem kokusu kaç yaşama değer...
Kaç bin saatten daha yeğdir o tarif edilemez tat...
Ve sonra yerini yine zamanın samansı tadı alır ve biz esirliğimize tabi devam ederiz yürümeye, arkamızdan umutla bakan hanımelinin tüm sunduklarına rağmen.
Devam etmeyip kalacak olsanız, yerinizi tespit eden zaman koku algılarınızı hissizleştirecek ve sizi tuttuğu gibi kolunuzda sürükleyecektir.

Wednesday, May 02, 2007

Yağmur yağıyor

Yağmur yağıyor,
Benim için,
Benimle,
Bensiz,
Benden,
Bana,
Bende...
Ben Yağıyorum vesselam!

Wednesday, April 18, 2007

Kuş

Saat 21:11...
Daha kaç kum tanesi kendinden habersiz yuvarlanıp gidecek bu sonsuz deniz içerisinde. Yüreğim sessiz ve derinden fakat tempolu bir şekilde atıyor. Sıkıntılar çöküyor üstüne zavallının, yalnız ve yetim gördüler, yürüyorlar bir bir utanmaksızın. Dışarda beni bekleyen karanlık sokaklar, derin soğuk sular misalı kıpraşıyor insan kalabalığıyla. İçerde kalmanın amacını sorgulamaktan çok uzak, uzaktan gelen sesleri yorumluyorum ve ışık hızından da hızlı bir şekilde seyahat edip geçmişe geri geliyorum anılarımın sıcak kolları arasında. Dönüşte yıpranmışım, dönmek zor geldiğinden değil, durmak aniden yıpratmış beni. Saçlarım uzun olsaydı eğer dağılırlardı dört bir yana, ağır metal dinleyen bir genç misali. Gitarın sert ritmlerini hissediyorum ya da bas gitarın tok ve sarsıcı titreşimlerini.
Saat 21:17...
Ve o minik kum tanecikleri bana inat ve yer çekimine amade bir bir salıveriyorlar kendilerini bir bir... Seslerini duyar gibi oluyorum, nasıl da eğleniyorlar geçen bana bakıp bakıp!

Sunday, April 01, 2007

Araf...

Arafta kör topal, el yordamıyla ilerliyorum.
Yolumu kaybetmedim,
Arafta doğdum.
Arafta büyüdüm,
Arafta yürüyorum.
Bu bir kabus değil.
Seçim söz konusu değil.
Çözüm yok...henüz!
Peki o zaman sorun nerede?
Sorun olduğunu nereden çıkardım?
Yerine oturmayan ne?

Sunday, March 25, 2007

Sıcak bir hissin peşinde...

Rüzgarla gelen bir titremenin sabahında, tüm vücudumu saran bir sıcaklık hissiyle koyun koyuna uyumak ve belki de iç uyanmamak istiyorum. Bu öylesine bir sıcaklık değil, aynı zamanda şefkat aynı zamanda huzur içermeli...
Zaman denizinde bu manasız çalkantının ıslak ve soğuk yapışkan hissinden bıktım usandım.
Her gelen sabah bir öncekinden daha az çekilir... daha az kabullenilebilir!
Gideceğim... az kaldı!

Monday, March 19, 2007

Wednesday, March 14, 2007

Başka birgün

Yağmur damlaları hücum ediyor evin sıcaklığına, küresel ısınma kışından kalma bir garip ilkbahar gününde.
Bense ayna içinde ayna içinde ayna misali dalıp gitmişim kendi yalnızlık çölümün uçsuz bucak sessizliğine.
Dolap kapağinda asılı duran çocukluk masumiyeti, kokusu algılarımla çılgınca sevişen rutubet ve zaman ordularına direnen çılgın anılar...
Tuzla buz oluyorum aniden vuran farkındalık kriziyle.Tuzun tadı damağımda, buzsa erimiş gitmiş kirli ayakların altında, pis lağım suları arasında...

Friday, February 16, 2007

Ayna...

Aynalar tüm gerçekleri, olduğunca yansıtırlar.
Bakış açısı, o gerçekleri ne biçimde göreceğinizi belirler.
Kendime ayna tutuyorum Barış'ın bakış açısından ve görüyorum*:
"Simsiyah gecenin koynundayım yapayalnız
Uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor
Görüyorum dönenceKupkuru bir ağacın dalıyım yapayalnız
Uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök salıyor
Biliyorum dönenceÇatlamış dudağımda ne bir ses ne bir nefes
Uzaklarda bir yerlerde türküler söyleniyorDuyuyorum dönence"
Derin bir nefes... sessizlik ve biliyorum*:
"Duyuyorum, biliyorum, görüyorum, dönence
Dönence, gün dönende dönence
Bir gün gelecek dönence biliyorum"
(*Barış Manço - Dönence)

Monday, February 12, 2007

Bıçak Sırtı

İki günlük dünyada (b)alık hafızası gerek dertsiz yaşamak için.
Seçeneklerin karşında:
Ya lanet olsun böyle hayata
Ya da ne mutlu böyle yaşamaya!
Seçim yapmak zorunda değilsin:
Araf da var cennetle cehennem ortasında,
Sonsuza kadar asılı kalmak ölü ruhlar arasında...
Cefa ve sefa bıçağının sırtında!

Monday, January 29, 2007

Saklı Seçilmişler - 2

Saatlerle sınırladığımız hayatta, uykuya koşup boşalan sokaklarda yalnızlığımıza ağlıyoruz. Oysa hayatı "an"da ve bütün, dolu dolu ve kesintisiz yaşamak gerek. - Bilinmeyen Zamanlar (1)

Geçmişin izlerini yoklarken aldığım haz; geleceğin paylaşımının tadını, puronun lezzetini, sohbetlerin derinliğini şimdiden hissetmemi sağladı. Karanlıkta iki siluet, gece denizinde akıp giderken, yanlarında üçüncü bir kişi, adı anılmaz ama bilinir. Yolumuzda durana acırım bu zavallı sanal dünyada. Bilinmeyen Zamanlar (2)
Akşam yavaşça kanatlarını gererken günün üstüne, zaman adınıverdiğimiz sanal tanrıya bir kez daha bağlılıklarımızı sunarak ve"geçmesi" bir lütufmuş gibi şükranlarımızı ileterek, dört duvarakurduğumuz ofislerimizden oksijen odalarına gitmek üzere ayrılıyoruz.Sanıyor musunuz ki gücünü kontrol edemeyen bir tanrının kendindenvarolduğuna inanayım ben!Yine de kelimelerle ifade edeceksek düşüncelerimizi yukarıdakiparagrafa da saygımdan iki kelime düşer bugünün tanışmalarına vepayına:"iyi akşamlar" Bilinmeyen Zamanlar (3)

Monday, January 01, 2007

Gidis o Gidis

Bu uzak sehirde, evimden (neresi orasi), kendimden (ben kimim) uzakta (hic yakin oldu mu ki) gecmisin izinde yururken buluyorum kendimi, umudun golgesinde.
Icimde biryerlerde gizlenen asik her defasinda saklandigi yerden cikiveriyor ve sevgilinin ozlemiyle cekistiriyor yuregimi...
Ben ilerlemeye calistikca agir geliyor bu uzak sehrin havasi. Nehir (Thames) boyunca yururken hatiralarimin rehberliginde, dans eden isik, tum sessizligiyle golgelere cekilen sevincime taniklik ediyor...
Eve donmek istemiyor ayaklarim, umit etmekten alikoyamiyorum kendimi inceden inceye sizlayan yuregimin derinden gelen cigliklari icinde. Neredesin?
Eve dondum... Postalarimi kontrol ediyorum, bekledigim mektup gelmis mi (Ne bekliyorum ki?!?) diye ve hic gelmeyecegini bilerekten.
Belki de yasanmayan bir hayata imrenmekten yasamakta oldugum hayati kaciriyorum.
Evime donecegim, az kaldi (donmek istemiyorum ki?)
Ben gittim bir kere...
Benim donusum yok artik...
Ne fark eder... Ha Londra ha Istanbul, dondugumde kendimi bulamadiktan sonra!