Sunday, October 12, 2014

Fener

Gecenin yalnızlığını, günün ardından,
üzerime bir yorgan gibi örtüyorum.
Solup giden gündüz siluetleri,
cama vuran yağmur damlaları misali sekiyorlar yalnızlığımdan.
Düşüncelerim hem susuyor hem de içimi ısıtıyorlar.
Onların orada olduğunu  ve dile gelmeseler de beni ben yaptıklarını bilmek garip bir huzur salıyor ruhum semalarına.

Evlerin ışıkları gecenin içinde ateş böcekleri misali bir yanıyor bir sönüyor.
Karanlıkta süzülen bana yol gösteriyorlar usulca.
Kendi içlerinde nice dünyalar olsa da bana yalnızca soluk sokak lambaları.

Kendime döndüğüm her akşam olduğu gibi bu akşam da dünyanın bir ucunda fırtınaların içinde dünyanın geri kalanından habersiz, sessiz, sönük ve suskun yanan bir fenerim...


Ta ki ertesi güne kadar, o da gelirse...































Tuesday, August 05, 2014

Mana?

İçimi yarıp dışa çıkarasım geliyor bazen.
Mutlu yüzlerimiz hayatın tadını çıkarıyor, ama dibe dalıp da içine battığımız rezaleti görünce
kah sessiz sessiz ağlıyorum kah ruhumu alıp gidiyorum.
Uzaklar ben gittikçe daha uzağa gidiyor, bana yakın olansa hep karanlığın havasız tadı oluyor.

Tuesday, July 15, 2014

Giden ve Gelen // Gece

Parmaklardan dökülen notalar, boş odalardan semalara ve oradan da dar ve yalnız sokaklara götürüyor beni. Adımlar gecenin ıslak sessizliğinde binaların duvarlarında yankılanıyor, sonra da yitip gidiyorlar. Onlarla birlikte ben de parça parça sonsuza dağılıyorum.

Gecenin içinde sarılı beyazlı yanan ışıklar, zaman zaman sıcaklık zaman zamansa buz gibi bir soğukluk hissi veriyor yüreğime. Ilık bir akıntı kapladığımda yüreğimi, göz kapaklarım zamanın ağırlığına direnmiyorlar artık. Ve fakat hemen sonra açıyorum onları, çatlayan bir notayla. Bir ürperme geçiyor zihnimin en derin köşelerinden, diğerlerine sürtünmemeye çalışarak.

Ben burada bu tiyatroyu izlemek için duruken, biliyorum ki gerçekliği kaçırıyorum. Parmaklarım gayri ihtiyari geziniyorken kelimelerin üzerinde, bunun da sıradan bir hikaye olmamasını umuyorum.

Bu notalardan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, zira benden gidenler bir başka bende biraz eksik biraz fazla ama yeni bir benle karşıma çıkacak. O zaman ona bakacağım ve geçmişten tanıdık bir yüz gördüğüme yemin edebilmeme rağmen onun kim olduğunu bilemeyeceğim. O artık bir yabancı olacak benim için gecenin içinden notayla gelen!

Kaldırımlar ve gece beni yutuyor,
Yeni güne doğuyorum.
Dünü unutuyorum...

Tuesday, June 03, 2014

Özgürlük Manifestosu

1. Varlığım ne seninkine ne de bir diğerine bağlıdır.
2. Mutluluğumu paylaşıyor olmam, isteğimdir; ihtiyacım değil.
3. Paylaşmak isteğimdir, ihtiyacım değil.
4. Paylaşmak istememek senin seçimindir, herkes seçimlerinde özgürdür.
5. Senin özgürlüğün benim mutsuzluğum olmadığı sürece, seçimlerine saygı duyarım.
6. Özgürlükler çakıştığında, paylaşmak istiyorsak, ödün vermek iki tarafın da seçimi olmalıdır.

Wednesday, May 14, 2014

Kömürün Değil Utancın Karası

Bu ciğer onlar için yanıyor.
Ciğeri yanmayanlar, insanlıktan nasibini almayanlar hiçbir zaman bu acıyı hissedemeyecekler.
Buna kader diyenler, ihmali görmezden gelip, cinayete ortak olanlar olarak kalmaya devam edecekler.

Orada yatan kardeşlerimiz ne savaşa gittiler ne de başkaldırdılar,
Tek mücadele ekmekti...
O ekmeği toprağın altına gömenler ve görmezden gelenler
Ne affedilir ne de insandır!

Kardeşim sen artık rahat uyu.
Bu acı ve utanç artık bizimle.
Bunun yükü bundan böyle bizde.

Ve sen, kendini biliyorsun!
Utanç içinde bil ki kendine ve senin gibilere insan dediğin sürece
ben insan değilim!

Monday, May 12, 2014

Sürü, Tanrı, Ben...

Bu şehir kalabalık, soğuk ve ruhsuz! Bireyi yalnızlaştırıyor. Yalnızlaşan bireyin hezimetleri arttıkça artıyor. Yalnızlık ve süregiden hezimetler zinciri, bir tanrıya yaslanma ya da bir sürüye katılma hissini kuvvetlendiriyor. İlkel olan tekrar canlanıyor ve bireysel başarıların yokluğunun(azlığının) yerini kitlenin başarıları alıyor. Sürünün kazancı, bireyde tezahür ediyormuş hissi yaratıyor. Bu fiktif kazançla gelen geçici mutluluk kısa zamanda daha büyük bir hezeyana ve öfkeye bırakıyor yerini.
...
Sürüden ayrılalı uzun zaman olmuş. Açlık, gözlerinden nefretle fışkırıyor. Aç acına dolandığı diyarlarda önüne çıkan her canlı birer av görünüyor gözüne. Açlığı, yiyeceğe karşı olduğu kadar zafere ve kendini var etmeye karşı! Sürüye katılmayanın bir hiç olduğunun farkında olsa da vazgeçmiyor. Tek başına var olma gururu kendisinin yitip gitmesine, ölmesine sebep olacak olsa dahi bu yoldan yürüyecek. 
...
Yalnızlığın yükü omuzlarını çökerttikçe, tanrısız ve sürüsüz kalmış birey, çareyi yakın çevresinde arıyor. Aslında yağmurdan kaçarken doluya tutuluyor. Kendi kendini var edecekken, diğer bireylerin bilinmez, gri alanlarında kurtuluşu arıyor, ancak sinsi ajanlar akkor gözler, ruhsuz yüzlerle onu uzattığı eli bekliyorlar karanlık köşelerde. Bu akıntıya karşı bir başına ayakta duramazken, kökü çok derinlere gitmeyen dallara sarılmak kısa süreli bir yanılsamadan başka bir işe yaramıyor.  
...
Güç, onu çabuk terkediyor. Görüyor ki kaynağı kısır, yolu uzun. Biliyor ki bu nefes bu bedende fazla durmayacak. Çatlaktan akan su misali akıp gidiyor. Dizleri üstüne düştüğünde iradesi hala dimdik ayakta ve durumu kabullenememiş, sürünmeye devam ediyor. Gökyüzünde onun için dönmeye başlayan leş yiyicilerin gölgeleri, sona yaklaştığını haber veriyor. Hata yapmadığına ve seçiminin peşinden, sonuna kadar gitmenin doğru olduğuna, HALA, inanıyor. Ölüm değildi onu korkutan, sürünmekti, acının uzayıp gitmesiydi. Hiç haz alamazken yaşamaktansa, göçüp gitmeyi yeğlerdi, bunun için terk etmişti sürüyü de tanrıyı da... 
...
Yaşam öyle ya da böyle devam ediyor, senli ya da sensiz. Sen sürünsen de mutlu olsan da öyle bir kudretle var olmaya devam ediyor ki bir hiç olduğunu anladığında aslında hiçbir şeyin fark etmediğini görüyorsun. O gözler boş bakıyor, o bilinç boşa akıyor, o hayat sona yaklaşıyor. 

Kime ne?

Thursday, May 08, 2014

Böyle günler

Böyle günlerde içimi dış; tersimi yüz edesim geliyor.
İlkel beni ortaya çıkarayım, insanlar gerçek benle karşılaştıklarında, yüzlerinde aşina olmadığım bir korkuyla sağa sola kaçışsınlar istiyorum.
O karşı konulmaz öfke, delice bir sırıtmayla birleşsin ve bunca zamandır biriken öfke boşalsın gökyüzünden umarsızca...

Şair demiş ya "Beni bu güzel havalar mahvetti"**
Ona göndermem olsun,
Beni böyle havalar mahvetti,
Böyle havalarda kendimden, değer verdiklerimden geçip öfkeme yenik düştüm.
Böyle havalarda kaçıp gittim uzaklara, bilinmeyen bir tutkunun esiri oldum,
Yaşadığını sana bu zavallılara öfkelendikçe uzaklaştım!

Böyle günlerde çıldırasım geliyor.

------------------------------------
**Orhan Veli

Monday, February 24, 2014

Hiç Ülkede Gerçek Bir Paylaşım

(Hiç olmayan bir ülkede, yaşanmamış bir zamanda gerçek bir paylaşım. Sen ve ben)

Uzun Uzak Adamdan: 

"Hava soğukça, yağmur damlaları hiç durmadan düşüyorlar, bir saçak altına sığınmışız. Soğuk küçük küçük ısırıyor bizi. Bir tapınağın avlusunda huzuru yağmur altında üşüyerek yaşıyoruz. Konuşmuyoruz, anı paylaşıyoruz. Ağzımızdan çıkan buhar yağmur damlalarına inat göğe yükselip kayboluyor. 

Avlunun zeminindeki toprak yavaş yavaş yumuşuyor. Tek katlı uzunlamasına yapının diğer köşesinde iki yaşlı adam Çin satrancı oynuyor. Savaş alanında çarpışan filler, atlar, savaşçılar…

Seni hafifçe dürtüyorum, gözümle adamları işaret ediyorum. Kafanla onaylıyorsun, sen de görmüşsün. 

Sonra bırakıyoruz yağmur yağsın…" 

Kadim Dostundan: 

"İzleyenleri önce umutsuzluğa sonra da deliliğe sürükleyecek bir tiyatro oyunundan kesitlerin yer aldığı bir hayatı yaşayan insanları izlerken varılacak nokta neresidir? O insanlardan biri olduğunu fark etmek mi, yoksa yasak oyuna dair soylenmemesi gereken şeyleri işitip bir daha asla bilmeyecek gibi yapamayacak oluş mu?

Gerçek felaketin aslında ortada gerçekten bir felaket olmadığını fark eden insanlardan korkmaya gerek var mı? 

Derin, kirli, karanlık sulardan müteşekkil bir gölün üzerine yerleşmiş atlama taşlarından birinin üstünde bulsan kendini, bir taştan diğerine gecişin her seferinde patikana bir adım daha ekleyecektir. Peki o patikayı belirleyen ne? Taşların birbirine olan mesafesi, komşuluğu da denebilir ilk bakışta. Peki taşlar neden o sekilde dizili? 

Sonsuzluğu kıramayacağını fark eden bilincin bir yandan kendini, diğer yandan başkalarını tüketmek dışında bir seçeneği olabilir mi?

Maskesini çıkarmaya çalışırken maske giymediğini fark edeni tedavi etmek söz konusu olabilir mi?

Sarı Kralın neyi gösterdiğini merak ettim uzunca bir süre ama sonra aklıma başka bir şey geldi: Sarı Kral neyi göstermiyor?

Daha fazla dusunmeye ve yazmaya korkuyorum. Bir yandan da o yasak oyunu merak ediyorum." 

Uzun Uzak Adamdan: 

"Merak, kadim dostum, o adımı çoktan attığının ve bir daha, huzurlular ülkesine, geri dönemeyeceğinin zira köprüleri çoktan yaktığının, bu yaşamda vücut bulmuş halidir. 

Artık o gölge seni, beni hep takip edecek; Her karanlık sokakta büyüyerek ve her aydınlık günde bir karanlık köşe bularak. Merak olarak kök salan düşünce, kökler derine yürüdükçe büyüyerek dev bir kaygı çınarına dönüşecek ve neticede aklı selim diyarından bir gemi ayrılacak, dümeni boş, rotası belirsiz. 

İçinde yaşadığımız tüm kurak günlere rağmen, olmayan ülkede yağmur altında yürüyüşümüz devam ederken, dağın aşağılarında kamp kuran sis orduları tüm gerçekliği öylesine sessizce yutuyor ki, sana, bana durup kabullenmek kalıyor. 

“İzleyenleri önce umutsuzluğa sonra da deliliğe sürükleyecek bir tiyatro oyunu”na gelince. Bizim merakımız bu oyunun ne sonuna ne başına, aslında daha ziyade perde arkasını, yönetmenini ve imgesel olarak kimi betimlediğini merak ediyoruz. 

Sarı imparatorun, çay setlerinde, güneşli bir günde, yüzümüzde geleceğe umutla parlayan bir tebessüm eşliğinde benimle yürür müsün?"

Wednesday, January 15, 2014

Alıştığım, sonrası - öncesi

Tuttuğunu bırakmak kolay değildir,
Bırakacağına inandırmaya çalışırken kendini, hep umut edersin, "acaba son bir kere birşeyler değişir de bırakmak zorunda kalmaz mıyım?" diye..
Sonra an gelir, kaçamazsın artık, bırakırsın...
İçinde toprak kaymaları yaşanır, büyük bir boşluk alır
tüm geçmişin,
yaşanmışlıkların,
sahiplenmelerin
yerini.
Kocaman bir boşluk; nefes aldıkça büyük çatlaktan buz gibi bir hava dolar içeri.
Sen Bıraktıktan ve o gittikten sonra sen, sen olmaktan çıkarsın;
boşluk, kendi kendini doldurur zamanla, daha sert bir dolguyla, daha az duygu daha çok öfkeyle.
Sonunda boşluk gider, soğuk söner, ateş harlar seni...
Kor alevin yankısı öfkende parlar!
Gözün kararır, yakarsın, yanarsın...
 

Monday, January 13, 2014

"Can"ın ardından...

6:10 uçağı 7:10'da iniş yapıyor rüzgarlı bir Karadeniz sabahına. Hava limanından sonra otobüs yolcuğu iki saat sürüyor. Deniz, dağ, virajlar, hava, su hep aynı. Ne var ki değişen bir şeyler vardı bugün benim için; Bugün burada bulunma sebebim...

Kadim aile dostumuzun, 30'lu yılların ikinci yarısında başlayan hayat yolculuğu dün sona ermiş. Herkes diyor ki hava dün günlük güneşlikti, bugünse fırtına, yağmur yağış. Doğa gidenin ardından öfkeleniyor, göz yaşı döküyor... Onu toprak ananın kollarına yatırıyoruz, daha evvel nice dostlara yaptığımız gibi. Gözlerimden akan yaşlar yağmurlara karışıyor. İçim akıyor her damlayla, anılar benden taşıyor, görüntü buğulanıyor, kalabalık bir anda yok oluyor, alacakaranlıkta anılarımla yapayalnız kalıyorum. Dizlerim güçsüz, nefesim solgun, eriyorum, bitiyorum. 

Göz açıp kapama süresinde geçmişe gidiyorum: güneşli bir yaz günü, deniz pırıl pırıl parlıyor.
O, koltuğunun altında günün gazetesi ve benim için kitapçıdan aldığı kitaplarla çıkageliyor, ağır adımlarla. Gözlerinde geleceğe umut saçan bir ışıltı, "ateş adam" diye sesleniyor bana. Hayatın kara kuytularını hep görmüştü, ancak belki de o zamanlar umudu bende görüyordu, bana ve geleceğe inanıyordu. Ya da belki de daha körpecik bir dimanın hayallerini şimdiden kırmak istemiyordu. Kendi mücadelelerinde ulaşamadıkları mutlu sonlara benim ulaşacağımı düşünüyordu belki de. Kitapları ve gazeteleri bana teslim ettikten sonra babamla bir sohbete girişiyorlar yemek hazır olana kadar. Yemek sonrası Türk kahveleri içiliyor, sigaralar tellendiriliyor, karşılıklı gazeteler okunuyor ve sessiz saatler geçiyor. O zamanlar anlamazdım susarak nasıl sohbet edilebildiğini ya da bir şeylerin nasıl paylaşılabildiğini. Sonra sonra anladım ki, sözlerin ötesine geçmiş dostluklarda kelimelere ihtiyaç kalmıyormuş. Akşam üzeri, geldiği gibi giderdi... Gitmesin isterdim, arkasından bakakalırdım. "Gitme" diyemezdim, bilirdim ki desem de durduramazdım. Ve yine bilirdim ki o gitse de varlığı hep bizimleydi, yanımızdaydı.

Aradan geçen yıllarda, önce babam göçüp gitti bu dünyadan, tanıdığım en güçlü adam. Ardından birlikte bakakaldık, ben babasız, o kardeşsiz. Şimdi o da gitti ve ben yapayalnız... Gitmesin isterdim, ama şimdi daha iyi biliyorum ki, bir kere yola çıktıysa durmazdı artık. 

Bugün 13 Ocak 2014. Hayat nehri akmaya devam ediyor ve tüm yüce çınarları suyuna katıp götürüyor. O geçiyor ben bakıyorum, her geçen gün özlediklerimin sayısı artıyor. 

Yağmur şiddetini artırdı. Kağıdım, purom, gözlerim ıslanıyor. Yine de uzaklarda bir yerlerde umudum tütmeye devam ediyor. Gidenlere selam olsun, gelen günler elbet bizi de alır. O güne kadar bu nehir akar, biz bakar! 

Friday, January 03, 2014

geldiği gibi...

...ve bir gün geldiği gibi gitti ...

Ardından bakakaldık,

Esen rüzgarlar kokusunu alıp götürdüler kaygısızca ve biz yalnızca hatıralarımızla kalakaldık…

Gülen gözler, şen kahkahalar, uzun sohbetler, hepsi yerini uzun süren sessizliklere bıraktı.

Rüzgar mı yoksa sessizlik mi sorumlusu bilinmez, ama içimizi bir ürperti aldı.

Geride kalmışlığımızın yalnızlığını, ayrılığın soğuk minik ellerinde hissettik.

soğuk, sessiz, yitik, uzun ve uzak bakakaldık...