Tuesday, December 17, 2019

Salgın

Bugün bir şeylerin ters gitmeye başladığını ilk defa fark ettiğim gün olarak kayda geçmeli.

Sabah kalktım, yüzümü yıkadıktan sonra ağır ağır mutfağa geçtim. Kahve için şu ısıtıcının düğmesine bastım. Cep telefonundan gazetelere göz atayım dediğim anda ilk garipliği fafk ettim. Düzenli olarak takip ettiğim web gazetesi imla hatalarıyla doluydu. Editörler uyuyor muydu? Üstelik bir iki tane değil bir süfü hata vardı. Neyse, sabah sabah sinifimi bozacak defildim. Zaten çıkmam gefekiyofdu.

Kapıdan adım attığım anfan itibafen bu konu kafamı kurcalamaya devam etti. Sanki harf hatalarında bir düzen vafdı ama neyfi?

Biraz yürüdükten sonfa büfede satılan gazetelere gözüm takıldı. Acaba onlarda da bnzef hatalar var mıydı?  Evet, bazı yazım hatalafı vafdı.
Ofise ulaşır ulaşmaz bu konunun yalnızca benim dikkatimi çekip çekmediğimi öğrenmeliydim. Saat nefedeyse 9.30 olmuştu.
Kapıdan içefi gifef gifmez, sekretef masama uğfamadan toplantı odasına gçmemi söyledi. Toplantı odasının kapısını afaladığımda içfide gerilimli bif atmosff olduğunu fark ettim. Tüm yazılım ekibi a'dan z'ye oradaydı. Hızlıca bana ayfılan yefe otuftum. Toplantı başladı.

Dufum ciddiydi, dün gece yarısından bu yana yazılan tüm kodlar hata vefiyofdu. Bunun yeni bif tüf bilgisayaf virüsü olduğundan şüphe ediliyofdu. Önce yazılımcılafın yaptığı hatalafdan olduğu sanılmış ama daha sonra hatalafı düzeltemediklefini fafk etmişlefdi. Dufumun bundan sonfasını  yazafak anlatmak zof olacak zifa p'den sonfa gelen haff bif şekilde yazılamıyoftu. Onun yfin yalnızca 'f' haffi yazılabiliyofdu. Üstelik iş bununla da kalmıyof klavye üzerinde p'den sonfa gelen haffe yakın olan ve onunla yazılmak istenen 'e' haffi de yitip gidiyofdu. Mesela:

Selamlama kelimesi yazmak istfsnz 'Mfhaba' yazabiliyofdunuz.

Toplantı uzun saatlef süfdü  ancak bif adım yol gidemedik. Günün gefi kalanı da aynı şekilde kafmaşa içinde geçti. Şimdi düşünüyofum da teknolojinin bu kadaf ileflediği günümüzde bir haffin yokluğu ciddi sofunlar çıkafabilif. Neyse gelişmlfi yazmaya devam edeceğim.

***

İşlf kötüy gidiyof. Klavy salgını yayılıyof. Önc bif haffl başlayan sorunlaf şimdi d'dn sonfa gln haff d yayıldı. Tüm yazılımlaf sofun yaşadığı için bilgisayafa dayalı sistmlf çökmy başladı. Aftık klavy kullafak ya da dikt drk yazmak da iyidn iyiy zoflaştı. Yazılımcılar bu salgının gfy dönük olarak tkili olmasından korkuyorlar. Yani öncdn yazılan satıflaf da silinmy başlafsa tüm sistmlf hızlı bif şkld çökck.

Lbtt kağıt kalml yazabilif v bunlafın göfüntülfini paylaşabilifiz ama konu aftık iltişimin ötsin gçti. Glişmlfi yazmaya dvam dcğim. Tabii bu mümkün olufsa.

***
Klay salınına uum iyi kötülşti.

Olmuyo(p+1) Bun(Ç+1)an son(p+1)a kağı(ş+1) kal(Ç+2)m kullana(b+1)ağım. salgın yayılıyo(P+1)... 

Tuesday, November 19, 2019

Aidiyet?!?

Pekala kendim,  söze bir ön kabulle başlayayım. 
"Aidiyet mutluluk getirir. "
...
Bu satırları yazmamın üzerinden 24 saat geçmiş olmasına rağmen kalem oynamadı, oynatamadım. Neden? Çünkü bu ifadeye ilişkin doğru soruyu bulamadım. Elimde bir yığın cevap var da doğru soru konusunda kafam karışık. 
Yine de içlerinden uygun olacağını düşündüğüm bir soru sorabilirim şimdi kendime:
"Ait olduğumu varsaydığım ortamla bağım ne zaman (aslında daha doğrusu) nasıl oldu da koptu? (Aslında daha doğrusu) ben kendimi nereye ait hissettim?  (Ya da herhangi birşeye ait hissettim mi?)"
Buna cevap bulabilirsem, yıkılıp dökülenleri tamir edebilir miyim sorusuna verilecek bir cevabım var mı ona bakarım. 
...
Birkaç saat önce, bir televizyon programında, hapisten yeni çıkmış bir siyasinin umutla, şevkle, enerjiyle konuşma yaptığına şahit oldum. Hiç mi kırılmamış hiç mi yıpranmamış da yaşadığı bunca şeye rağmen mücadele enerjisini aidiyetin kuvvetli bağından alıyor? Yoksa parçası olduğunu inandığı şeye kendini o derece kaptırmış da hiçbirşey olmamış gibi mi davranmayı başarıyor? (Neyse bana kendi sorularım ve kendi cevaplarım yetiyor. )
İlk sorduğum soruların sonuncusundan başlayalım, "Eğer herhangi bir zamanda ve yerde öyle olduysa, kendimi nereye ya da neye ait hissettim? (Çoktan seçeyim bakalım.)
A. Aile? 
B. Ülke? 
C. Millet?
D. Sevgili?
E. Hepsi
... 
Ve saatler sonra gelen bir soru daha: bize ait olmayan şeylerle kendimize ait bir yaşam alanı yaratmak mümkün olabilir mi ya da yabancı yaratılmışların ne kadarını sahiplenip içselleştirebiliriz? (Bu da kenardaki soru yığının üstünde dursun. Kötü kokular saçmaya başlayınca bir kurcalarım...)

Şimdi gelelim çoktan seçmelilere:

En basit görüneni sevgiliden başlayalım. Bu şıkkı işaretlemeyeceğim zira tamamen alış veriş ve beklenti üzerinden, ateşli hülyalarla başlayan bir ilişkinin evrildiği sahiplenme hissi, özgür iradenin tek taraflı teslimiyeti olamayacak kadar zorlayici ve sınırlandırıcı. Bu nedenle "hayır ", uzun soluklu bir 'sevgili sahiplenmesi' hiç olmadı ki yitip gitmiş olsun.

Aile? Aslında aile yani üst soyumdan taşıdıklarım ile alt soya aktardıklarım, diğerleri arasında en benden olanlar. Onların kokusu diğerlerine göre daha sıcak, rengi daha samimi. Ne var ki üst soyun doğal seçilimle erimesi acımasızca gerçekleşiyor ve geriye sıcacık ama eller tutamadığım anılar kalıyor. Özetle "yitip gidiyorlar." Alt soya gelince, oradaki aidiyet daha ziyade onların bana olan bağlılıkları. Bana kalansa "sorumluluk". Dur, hemen yanlış anlama sevgili kendim, sorumluluktan kaçıyor ya da altt soyuma olan bağlılığımdan şikayet ediyor falan değilim. Sadece sorusunu aradığım cevap bu değil. Evet aile bu şıklar arasında en işaretlenebilir gibi görüneni ama dedim ya çekincelerim beni huzursuz ediyor.

Ülke ve millet şıklarını oraya koymuş olma sebebim, kendimi bildim bileli bu kavramların ulviliği ve bireyin onların bir parçası olması ya da bireyi birey yapanın onlar olması öğretisinin sürekli karşıma getirilmesi olabilir. Geçen zaman, yaşananlar, bu kavramların içini dolduranların bireysel ve sistematik çöküşü, korkarım bilinçli bir bireyin ve üstünde yaşadığımız kürenin sınırlarından sıyrılmak isteyen bir insanın bu şıkları tercih etmemesini açıklamaya yetecektir. Ayrıştırma, itilme, sahiplenilmeme ve yeterince değer verilmeme, sürekli "senin için mücadele ediyorum" diyen bir aşığın, kendisinden çoktan ümidi üzmüş sevdiğine karşı beyhude haykırışı olmaktan öteye geçmediği gibi, üç günlük şu dünyada yorucu oluyor. Bıkmışlıkla a ve b seçeneklerini eliyorum. 

E haliyle "e" seçeneği de hükümsüz kalıyor. Akla gelmeyen ya da çoktan seçmelileri karşıma koyan şu zihnin karşısına gelecek diğer aidiyet seçeneklerinin de "ilkel" kalacağını düşünmek, umarım ön yargılı davranmak olmaz. Aslında düşününce "ilkel" kalabilmek "ait" olabilmenin en temel koşulu belki de çünkü bu sayede kabullenmek kolay oluyor; soru sormuyor, kusurları görmüyor, farklılıkları hissetmiyor, pis kokuları almıyorsun da "oh be" diyorsun. Hey kendim, dur bir dakika bu son paragrafla şimdi kalkmış bana: 

"ilkellik mutluluktur." demiyorsun değil mi? (Bırakayım zihnimin imleci birraz yanıp sönsün.)

Wednesday, November 06, 2019

Özlem


Üç katlı bir apartmanın tarhana konan koridorlarından geçip annem kokan evin kapısından içeri girmek istiyorum. Sonra babam işten gelsin istiyorum ve bütün bunlara 'geçmişe özlem' diyorum. 

O özlem, güvenlik demek, sorumsuzluk demek.


Her geçen gün gençliğimin güzel anılarının ters istikametine yürüdüğüm bu yolda her geçen saat ve an son noktaya doğru yaklaşırken, yalnızlaşıyorum. 


Sevdiklerimin sesi silikleşiyor, bakışları puslar arasında yitiyor. Kabuk bağlıyorum. 

Özlem sönüyor.


Yüreğimin atışlarını daha çok dinler, nefes alış verişimi daha çok takip eder buluyorum kendimi.


Korku yok, benden geriye ne kalacaksa onu bırakacağım noktaya varmak üzere.  sessiz bir yürüyüş var.


Yalnızlaşan ben özlemi yitirmiş, tek olmanın nasırlığında son yapraklarını döken kuru bir ağaç gibi kalmışım bu koca yaşam vadisinde.

Thursday, October 24, 2019

Ruhsuz Günlerin Susmaları

Bugünlerin sorunu "ruh"un yitip gitmiş olması. Kelimeleri bile bir araya getirmeye gelmiyor. Kurulan cümleler, geçtim güzel kokuyu, kötü dahi kokmuyor. Şu son üç cümleyi oku, nefeslen, bir daha oku: sıfır koku.

Renk desen: nafile bir renk bu ortaya çıkan. Rengin nafilesi olur mu deme. Bak şu son altı cümleye. Uzaktan bir tabloyu izler gibi izle. Ruhuna hitap eden bir renk yakalayabildin mi? ...

Hal böyle (sessizlik) olunca, hangi kelimeyi alıp hangi cümleye nereden başlasam sonu hep küfürle bitiyor.

İyisi, susmak.

Monday, October 21, 2019

Kartpostal

Sevgili Dostum,

Denizin mavi yeşil kokusu martıların çığlıklarıyla taşınırken balkona, sessizce durup şehri seyrediyor, etrafımdakileri dinliyorum: tam karşı yakadaki korudan, sahildeki parkın hemen üstünde tepelere doğru uzanan mezarlıktan, yaşamın getirdiklerinden ve renklerinden bahsediyorlar. Bir tablo bu, bir boğazdan bir diğerine gerilen tuvale çizilmiş.

Soruyorum kendi kendime, ben neresindeyim ressamı meçhul bu tablonun? Ben hangi fırça darbesiyim?

Biraz daha kulak kesiliyorum şehrin fısıldadıklarına: tüm sesler yabancı tınlıyor, iş başındaki uğultu orkestrası tam bir ahenkle çalmaya devam ediyor.

Biraz daha yaklaşıyorum tabloya: tüm çehreler bulanık ama durgun, tüm gözler boş ve yabancı.

Sonra bir adım geri çekiliyor, uzaktan bakıyorum, empresyonist bir tablo beliriyor gözlerimin önünde. Birden fark ediyorum ki yabancısıyım ben bu şehrin.

Bir sanat galerisinin önünden geçerken içeri girmiş, şehrin tablosu dikkatimi çekmiş, onu seyre dalmışım. Bakan göz olmuşum hiçbir zaman parçası olmadığım, olamayacağım bu tabloya...

Uzun lafın kısası bu şehir, bakıp durduğum bu tablonun, eve dönmeden önce arkasına iki satır karalayıp postaya vereceğim bir kartpostal kopyası, sanat galerisinin hatıralıklar bölümünden satın aldığım.

Denizden esen tuzlu, ılık kokuyu ciğerlerime çekiyor ve balkondan içeri giriyorum.

Yarın dönüyorum, sana kart atarım.

Friday, October 18, 2019

Cevap Alamadığım Mektuplar /2

Kadim Dostum,

Neden ben de bir Kafka ya da bir Buzatti olamıyorum? Onların ruhundan taşan kelimeler benim de kalemimden fışkırmıyor? Dile gelemeyişin temelinde yatan kısırlığın, tembelliğin altında yatan ne? 

Sessizliğimin derinliklerinde, benliğimin alt katmanlarında akan nehrin suları yüzeye ulaşsın istiyorum, zira bu kimsesiz akış bir tür kısır döngü ve beni çoğalmaktan alıkoyuyor. Uzun gecelerin uykusuz sabahlarında hep aynı ben'e uyanmak yaşamı boşa harcamak değilse nedir? 

Süre giden yaşamım kendinin farkına varmadan, kendini çoğaltmadan, yaşama değer katmadan bir sona varacaksa eğer bu karın ağrısı da neyin nesi? 

Sorular sel olup akarken, cevaplar tam yanı başımdaymış, ama ben onları neden göremiyormuşum gibi geliyor? Yoksa cevaplanacak sorular yok da ben mi garip bir sanrı görüyorum? 

Kalem, kağıdın üzerinde kayıp giderken bir kağıda bir kendime bakıyorum, sonra her şeyi yırtıp atmak istiyorum. Soruları bir yana bırakıp akıp gitmek istiyorum, kendimi salamıyorum. Neden dersin? 

Ben gölgelerde süzülürken sen yeni doğan güne ışıl ışıl gözlerle mi bakıyorsun? Nasıl oluyor da aynı hava aynı su bu kadar farklı etki ediyor aynı ananın farklı çocuklarına? 

Biliyorsun, kelimeler değil benim aradığım, o nedenle sus, yorma kendini... 

Kal sağlıcakla.

A.

Cevap Alamadığım Mektuplar /1

Sevgili Dost,

Biliyorum, bu mektup hiç eline ulaşamayacak. Bu senin var olup olmamanla ilgili değil. Belki sen etten ve kemikten bir vücuda sahipsin ve orada bir yerlerdesin. Sorun bende. Ben, sana inanmıyorum, daha doğrusu inancım kalmayan şeyleri, cevabını bulamadığım soruları, soruları cevaplayacak kimse bulamadığım için kaleme alıyorum. Bakarsın gün gelir bunları postaya veririm. Ama bil ki cevap beklemiyorum. 

Şimdi ilk sorum şu: umudun izini kaybettiğim bu çıkmaz sokağa ne zaman daldım. Hayatın güzellikleri hemen yanı başımda iken neden kendimi onlara uzanamayacak kadar güçsüz hissediyorum. Tek atımlık bu hayat kurşununu nasıl oluyor da bu kadar fütursuzca havaya sıkıyorum ve yine de kendime hakim olamıyorum? Kontrolü ne zaman kaybettim?  

Dur, hemen kağıdı kalemi eline alma. Önce bir düşün. Kendin bana akıl verecek halde misin? Eğer birlikte batacaksak bu derin ve umutsuz karanlığa, hiç gelme peşimden. Ilk satırlarda da yazdım, ben bir cevap beklemiyorum. Benim sorularım tek yönlü uçak bileti gibi. Gidiyorum, dönmeyeceğim... 

Kadim Dostum, 

Iflah olmaz, dayaklık bir adamım belki, ama dostun belledin beni bir kere.  

Belki görüşürüz, konuşuruz, ama bu sorularımı değil başka şeyler konuşalım olur mu? 

Sevgiyle 

A.

Tuesday, July 16, 2019

Hayata çıkıyorum...

Tatil ve hayat birbirine çok benzer.
Tatile çıkarken yapılan planlar, planlar, planlar...

Zaman kısıtlı!

Tatilden dönerken yarım kalanlar, beklenmedikler, bir dahakineler...
Hatta bazen yarıda dönmeler.

Hayat?

İşte hayat da bir tatil,

Yarım kalmışlıklar aynı,
Hiç yaşanamamışlıklar aynı,
Beklenmedikler aynı

Yalnızca

Nereden geldiğimiz nereye döndüğümüz meçhul!

Ha, bir de ne zaman döneceğimiz...

Wednesday, June 26, 2019

Yangın ve çaresizlik

Bir rüzgar esiyor serinden...
Yüreğim yanıyor ta derinden.
Bir kız çocuğu babasının kollarında ,
Sarılmış umutla ve fakat umut boğulmuş onların yolculuğunda.
Ateş kör olmuş beni dağlıyor,
Tüm dünya boş gözlerle izliyor.

Yabancılar


Bir ben var bir de beni tanımayanlar.
Bir sen var bir de seni tanımayanlar.
Sen, bana beni tanımayan;
Ben sana seni tanımayan.
Biz birbirimize iki yabancı ama farkında olmayan...

Monday, June 24, 2019

Uzun bir aradan sonra

Uzun bir aradan sonra tekrar yazmaya başlıyorum. Biliyorum zor olacak biliyorum düşe kalka ilerleyeceğim ancak içimden bir şeyler beni zorluyor.

"Yazmak zamana düşünceleri kazımaktır."

Diyorum kendi kendime.

O halde...

Bir fikre gönül vermek ve onun uğruna mücadele yoluna girmek enteresan bir süreci tetikliyor. Yüksek motivasyonun yanı sıra belli alanlarda motivasyonu kaybetmeye de neden oluyor. Uzun süredir kabullenip yanınızda gördüğünüz dostlarınızın neden kendi inandığınız davada yer almadıklarını - ama sözde savunuculuklarını yaptıklarını gördüğünüz halde - sorgulamaya ve diğer gündelik rutinlerindenki can sıkıcılığı görmeye başlıyorsunuz. İşte bu noktada normalleşmekle var olanı düzeni yıkmak arasında bir yerde sıkıştığınızı fark ediyorsunuz.

Var olanı yıkıp yeniden doğumun sancısını yaşama cesaretini göstermek mi yoksa düzeni koruyup doğmak üzere olanı bir kenara koyup, kürtajın buruk tadını yaşamak mı?

Uzun bir aradan sonra yola düştüm tekrar. Yol uzun, hayat kısa, dert çok... Yolun sonu malum, yol muallak, irade bulanık. Ve ben yürüdükçe sona yaklaşıyorum.