Monday, March 20, 2006

Gündüz Düşü

Dosyanız iade edildi. 06.06.2666
Dosyanızdaki evrak eskiklikleri nedeniyle dosyanız hayatınız ilişiğinde iade edilmiştir. Lütfen gerekli eksiklikleri tamamlayıp kurumumuz nezdinde yeniden başvuruda bulununuz. Ve unutmayınız ki hayatınız asla ve asla eksik evrakları tamamlamaya yetecek kadar uzun olmayacaktır. Bu nedenle hiç boşuna çabalamayın.
Yağmurla ıslanan bomboş sokaklarda, gözlerimde yaş kalbimde sızı gezinirken asla alışamayacağımı hep bilerek ama sevginle yaşamayı göze alarak dolandım yine yeniden. Unutamadım seni, unutmak istemedim, unutmayacağım da! Yıllar ikimizden de götürürken bu sevgili adamcağız toprak altında yatıyor şimdi. Unutmanın hiç kolay olmadığı ve hüznün daim olduğu bu iki odalı cenaze evinde otururken, araba geliyor. Ayağı kırık adam önde oturuyor. Arkada ise ayağını boylu boyunca uzatmış kadın yeni sevgilisi ile oturuyor. Arkamı dönüp çoktan ağzını yüzünü kıracağım ama tek arzum mutlu olman. mmmmm....
Çok geçmeden akşam yemeği davetine icabet edeceğim, bu devrik cümlenin öznesi olan ben, anlatım bozukluğunun sebebi olan ama kendisi ortada senin. Aslında arkadaşlarımla yiyor olacağım ama hörgüçten mi yiyeceğim çölde 20 yüzyıldır rahat yüzü görmeyen tutankamon misali. Yüce dağlar duman oldu! Belli ki gittiğin yerden kara haber var. Ya kara trene ne demeli? O da zaten boynu bükük saf karanlık kurbanlarından.
Dağlar...dağlar...Ankara, iç anadolu bölgemizin nadide bir ilidir. Öyledir öyle olmasına da hiçbir binası, en yüksek olanı bile deniz görmüyorsa ve ben bunu biliyorsam, sen bunu biliyorsan ve beni tanıyorsan ve o bunu biliyorsa ve bizi tanımıyorsa, ben onun umurunda olmam, sen de onun umurunda olmazsın. Sonuçta ben bir tarafa giderim sen öte tarafa, gözlerinde yaş kalbinde sızı ta ki sızını giderip beni unutana kadar.Zaten o gün daha fazla düşünecek birşeyi kalmaz. O seni tanırsa, ben onu tanırsam ve sen benim umurumda olmazsan.........
Dosyanın kabul edildiğini görmek kimin umurunda zaten! Dosyayı alıp kafalarına fırlatırken, fiktif değerlerin peşinde koşanlara kıçımla gülüyorum, bir taraftan da yüreğimle sarsıla sarsıla ağlıyorum. Bu kadar kör olmak niye diye! Kısır döngüye girmeden çıkalım bu işin işinden.
Başvurumu geri çekiyorum. 06.07.2666

Wednesday, March 08, 2006

FIRTINA!

Uzak gözlerce farkedilmedi başlarda öfke fırtınası.
Gökyüzü açık maviden koyu laciverte dönüşürken sessiz ve derinden, gözler uzak kaldı olan bitene. Sadece seçilmiş bazıları hissetti ta yüreğinin derinliklerinde yaklaşan fırtınayı. Denize on metre mesafede kumsalı kucaklayan çimlerin üzerinde dikiliyor, gözlüyordu. Yüreğinin ritmik atışları, rüzgarın uğultusuyla bir olup uzak diyarlara göç etmeye başlayalı çok olmadı ki geçmişten yankılanan diyaloglar kulaklarında çınladı:
Şehir denen vahşi ormanın göklere yükselen beton ağaçlarından birine yuva yapmıştı medeniyet denen ucubenin, hilkat garibesi çocukları:
Şirketler.
Hücrelerini oluşturan insancıklar ofislerine kapanmış, bazen kavrayamadıkları bazen ucundan yakaladıkları garip hissiyatlar içinde, günde üç öğün yemeklerinin kendilerine bahşedilmesi için garip bir halsizlikle çalışıyorlardı. Kahramanımız uzun uzak adamın parmakları o sabah da klavyenin tuşları ile dans etmeye başlamıştı. O günkü programına şöyle bir göz attı. Göz atarken, düşünceleri uzaklara fırlattı; geri gelene kadar düşünceleri, gözleri anlamsız gezindi ajandanın sayfaları üzerinde.
Ve derken uğursuz telefon her zamanki kayıtsız tonu ile çaldı...çaldı...çaldı...Gök gürültüsü derinden ulaştı kulaklara ilk evvela ve sonra boşaldı sarsılarak tüm haşmetiyle yeryüzüne. Çalan telefonun ahizesini kaldırırken uzun uzak adam, kıstırılmış medeniyet ormanında, hasretle kavuşan yağmur ve yeryüzünün tatlı kokusunu hissetti içinde bir yerlerde:
- Alo?
Karşıdaki ses yabancı bir dünyadan gelircesine o günkü işlere dair konuştu da konuştu...
-hı hı...
Onayladı Uzun uzak adam.
-hı hı...
Sonra bu ses yetinmedi istekleriyle telefonun ucunda, çağırdı onu yanına. Yağmurla yetinmemişti tanrılar, fırtınayı çağırıyorlardı.Usulca kalktı masasından. Yüzyıllar sonra yerinden kımıldayan yüce dağlar misali, dev adımlarla ilerledi kaçınılmaz sona doğru. Odanın kapısından girdi, uzun uzak bakışlarla. Oturmasını söyledi buyurgan ses her zamanki tonla.Oturdu.konuşmaya başladı her zamanki hoşnutsuz sorgulayan tonda. Dakikalar geçti. Fırtına yaklaşıyordu.
Bulutlar ilk yağmuru boşaltmışlardı boşaltmasına ama asıl fırtına geriden geliyordu usul usul. Ses konuşmaya devam etti. Son yağmur damlası uzun uzak adamın yüreğine düşüverdi ansızın. Şimşekler ardı ardına çaktı. Ne yüce ağaçlar kaldı ne altına sığınan zavallı insancıklar. Ardı ardına sarsıldı medeniyet denen ucubenin hilkat garibesi çocukları ve onun içine sığınmaya çalışanlar. Sandalyeyi bir tarafa fırlattı, masanın üzerinden saçılan kağıtlar korku içinde büyüyen göz bebeklerinde yansımasını buldu biraz önce buyuran sesin sahibinde. Korku ateşi, öfke fırtınasının yıldırımıyla alev aldı birden. Küle çevirdi her zamanki hoşnutsuz sesiyle sorgulayan ruhu bir kalemde. Derken çığlıklar sardı dört bir yanı. İnsancıklar koşuşturmaya başladılar. Medeniyet adını verdikleri komik kölelik düzenini bir "DÜZEN" çıkmıştı o fırtına sabahında. Gelmişti öfke fırtınası, yıllardır uyuklayarak geçirilen yaşamları ve salaklık mertebesinde yer tutan saf insacıkları yok ederek;önüne çıkanı şimşek bakışlarla kör ederek! Derken, şaşkınlık getiren öfkenin yıkıcı gücü savurdu uzun uzak adamı vahşi ormanın pencerelerinden dışarı rüzgarda salınan çiçek tohumları misali.
Fırtına geldiği gibi gitti o anda. Ebedi sessizlik aldı fırtına sonrası yerini sahnede. Okyanus sessiz ve durgundu çılgın öfke fırtına sonrası.
Ölümün tebessümü gözlerinden hızla geldi, geçti.