Friday, March 10, 2023

Boş...Dolu...

 Taşmadan dolmak gerek, damla damla. 

Gözlemler ve deneyimlerken hayatı,

Garip bir tiksinme geliyor içime,

Görüyorum insanın ne kadar havaya girdiğini ve kendini dahi kandırmayı nasıl başardığını.  

O kibir, kendini dünyanın merkezine koymasını sağlayan, 

Önce içine bir heyecan dolduruyor, yükseliyorsun. 

Sonra kendinden sıyrılıp biraz geri çekilip, tıpkı bir filmden sahneler izler gibi kendine baktığında, 

aslında ne kadar da sahte ne kadar kırılgan olduğunu anlıyorsun. 

Elbette geç oluyor, aslında ne kadar kırılgan olduğunu anladığında, 

çünkü çoktan parçalara ayrılmış oluyor, ihanete uğramış hissediyorsun. 


Dolarken, daha çok var sanıyorsun kabın taşmasına. 

Her bir damla tecrübedir, tadını çıkarmak lazım diyorsun. 

Oysa kap dolmakta, boşluk azalmakta. 

O kap senin hayatınsa, dolmak değil, boş kalmak olmalı amaç. 

Yerleşmek, mayalanmaktır; Hareket, deneyimlemek. 

Sadece mayalanmak değil, bir yandan boşalmak gerek.


Taşmadan dolmak, dolarken boşalmak,

Doğumla ölüm arasında yaşamak gerek,

Kibirden uzaklaşarak, hayat önünde eğilerek.

Monday, October 17, 2022

Sana Mesajlar - 3

Gece, yarısını geçti gidiyor. Sen uyuyorsun, benim zihnim ise durmuyor, gün ortası gibi parıldıyor. Gelelim bugün sana sözlerime:

Bu hayatta, senin sen olduğunu unutturmak isteyecek insanlar olacak. Bazıları düşman ve çoğu da akılsız dost olacaklar. Akılsız dostları ve düşmanları bertaraf etmenin en iyi yoluysa kendini tanımak olacak.

Bunu bir çırpıda söylemek kolay ancak gerçekleştirmek çok zor olacak. Kendini ve çevreni sürekli samimiyet testinden geçirerek özünü bulman gerekecek.

Kendini tespit etmeye başladıktan sonra diğerlerini ayıklamaya başlayabilir ve duruma göre şekillenebilirsin.

Kısa oldu ama üzerine düşünmesi uzun sürecek...

Tuesday, October 11, 2022

Sana Mesajlar - 2

 Uyuyorsun, masum hayallerine sarılmış; bense uyanığım. Uyutmuyor beni günün getirdikleri ve götürdükleri. Geleceğin aydınlığını boğmaya çalışan örümcek zihinler ağır bir yük gibi omuzlarımda. Yalnız olmadığımı biliyorum, bu bana kuvvet vermiyor, karamsarlığımı perçinliyor. Sadece bana değil, bir neslin boğazına çöküyorlar, nefesini kesmek, yok etmek istiyorlar. Sonra? Sonrasında kendi kokuşmuş nefeslerinde ilkellik içerisinde yaşayıp gidecekler, ona yaşamak denirse. Daha ziyade alt bir yaşam formu olarak sürüp gidecekler. Elbette boğabilirlerse beni ve ben gibilerin düşüncelerini, umutlarını, var olma iradelerini...

Sen şimdi uyu küçüğüm, uyanıp da bunları okuduğunda, bir ihtimal biz bu asalaklardan kurtulmuş oluruz. Sen yine huzurla geleceğe bakar, huzurla uykunu uyursun. Yok, biz mücadeleyi kazanamamış ama bir yandan da kaybetmemiş olursak, sen de değerli saydığın herşey için mücadele edersin, edeceksin. Başka çaren olmayacak, çünkü bileceksin ki bu bir var oluş mücadelesi, tıpkı bizim bildiğimiz gibi. Ya varsın ya sen değilsin. 

Önünde uzanan bir ömür var, güzelliklerle dolu ve bir o kadar çirkinliklerle. Öğreneceksin yaşamayı, bazen duruma göre şekillenmeyi, ama asla unutmayacaksın; kanıksamak yok; umursamazlık etmek yok. Kanıksarsan unutursun mutluluğun anlamını; umursamazsan, kazanmayı düşünemezsin bile ve sonuçta aynaya baktığında bu satırları yazdığım kişiyi tanıyamazsın.

Sen şimdi uyu küçüğüm, ben nöbetteyim. 

Sunday, September 25, 2022

Sana Mesajlar - 1

Bunu senin için yazıyorum. Önceleri, sana özel mektuplar yazıp bir yerlere koyayım diye düşündüm, ama sonra düşündüm ki buraya yazayım, günü geldiğinde bu yazıları keşfedip, yazılanları anladığında benden sana olan mesajları kendince yorumlayabilirsin. O güne kadar buradan evrene tek yönlü mesajlar yollamaya devam. 

Haydi başlayalım!

Hayatı başkalarının bakışlarına göre yaşama. Bunu yapabilmek için kendi gözlerine ve aklına güvenmeyi öğren. Başka bir deyişle kendi gözlerinle bak hayata. Ne zaman ki başkalarının bakışları seninkinden önemli olmaya başlar, o zaman atacağın her adımda kendini sana bakan göz yerine koyup, hiç bilmediğin bir pencereden kendine bakmaya çalışıp, - "bakıp" demiyorum zira istesen de başkasının "bakışı" olamazsın - hayatını tanımadığın ve bilmediğin bir yola sokarsın.

Bu arada, başkalarının farklı bakış açıları olduğunu da unutma ve yine de kendi bakış açına güven. 

Kendinden çağlayan öz'e değer verdiğin müddetçe, başkalarının da sana katıldığını göreceksin. Yeri ve zamanı geldiğinde sen de başkalarına katılmaya karar verebilirsin ama özünü kaybetmeden.

Ve sonunda... kendi yolunda kendi gözün ve aklınla yürürsen kendinden başkalarını suçlamak zorunda kalmazsın, bu da kabullenmeni kolaylaştırır. Bu hayat başkalarına bakarak harcanacak kadar uzun değil. Sorumluluk al ve yürü, arkanda kim duruyor diye sık sık dönüp bakmak zorunda kalma; sona geldiğinde ise kendin olmanın huzurunu yaşa çünkü senden bir tane daha yok. 

Thursday, June 02, 2022

Dehliz

Bugün zihnimin karanlık dehlizlerine daldım, içime baktım. 

Gördüklerim tarifsizdi ve beni ürküttü, tüylerim diken diken oldu. Saf karanlığın içinden bana bakan beni gördüm; gözlerindeki ifade kelimelere sığmıyordu. Belli ki beni tanımıyordu. Bense aynaya bakıyor ama kendimden emin olamıyor gibiydim. Elimi kaldırıp aksime dokunmaya çekindim, ya o bana dokunmak istemezse ve ben onun ben olmadığının ayırdına varırsam ne yapardım. 

Buna delilik demek istemiyorum çünkü deliliğin bir tanımı, anlamı var. Bu ise benim içimden akıp giden kara bir nehir, beni ikiye bölüp, benden daha fazlasını götüren. Onun götürdüğünden geriye kalan boşluğu dolduransa paramparça hatıralar birbirine kör gözlerle bakan. 

Bugün zihnimin karanlık dehlizlerinden çıktığımı sandım.

Fakat şimdi anlıyorum ki sadece geri döndüğüm yanılsamasına kapıldım. Ne dönen benim ne de orada kalan ben. Korkarım şimdi oradan bana bakan artık daha tarifsiz ve bir o kadar daha ürkütücü çünkü kendime daha yabancılaşan ben o. 


Tuesday, April 05, 2022

Semoş

İçimi yokluyorum, bir boşluk var, tatsız tuzsuz. Üstelik gelecege sıkılmış bir kurşun gibi zamanı delip geçiyor. 

Yaşam denen yolculuk, bir durakta sonlanıyor, orası muhakkak. Son durağın neresi olduğu ise muallak. 

Hiç gitmeyecekmiş gibi biriktirmek alışkanlığından geriye kalanlar, son durakta indikten sonra yolculuğa devam edenlerin karşısına, yaşamın geçiciliğini vurgulayan kocaman bir anıt gibi dikiliyor.

Öte yandan hiç tükenmeyecekmiş gibi ertelemelere sahne olan yaşamda, sonu görmek, 'keşke' bilançosunu yüzümüze bir tokat gibi çarpıyor. 

Sen gittikten sonra kulaklarımda sesin hep aynı şefkatle yankılanmaya devam etti Semoşçuğum. Ses tonun ve hayat dolu bakışların enerjinin yoktan var olmayacağına inancımla hep yanımızda olacak. Bazen de gözlerinde yakaladığım donuk bakışlar geliyor aklıma ama biliyorum ki mücadele azmin onları hep yendi...

Şimdi, senden sonra keşke demeden ve sevgiyle seni ta derinimde hissederek ben de sana sesleniyorum ve biliyorum ki hissedeceksin: seni çok seviyorum/z ve sevmeye de devam edeceğiz SEMOŞÇUĞUM.

Saturday, January 08, 2022

Yırtılma

Bazen hem burada hem de oradayım. Bedenim burada salınıyor: parmaklarım kupaya sarılıyor, dudaklarımda kahve tadı, gözlerim boş; boş çünkü ruhum uzaklarda gezinmekte: Zhong Shan Bei ile Wuning yolunun keşisim noktasında taksi bekliyorum,  taksiden indikten sonra merdivenlerden aşağı inip barın kapısından içeri kendimi kaybedeceğim. Yıllar öncesiyle bugün arasında yarılıyor benliğim. Hem mesafeler hem de zaman ayırıyor beni parçalara. Kendimi toplamak enerjimi sömürüyor... Pili bitmiş oyuncak bebek gibi yığılıp kalıyorum oturduğum yerde.

Bir ekrana bakıyorum bir fotoğraf karesine. İmleç adeta zihnimin aynası: boş planda yanıp sönüyor. 

Fotoğraftan bana bakıyorlar beni görmeden. 

Konuşuyorlar sesleri duyulmadan. 

Duman kaplamış her yanı. 

Alkol zaten sıkıntılı hayatları iyice bulanıklaştırmış. 

Kadın, bana öyle bir bakış atıyor ki, an yarılıyor, zaman bükülüyor, ben titreşiyorum. Ve bir an sonra herşey yine olduğu gibi olmaya devam ediyor. 

İmleç yerini düşüncelere bırakıyor. Şimdi susun ve beni dinleyin: 

Sizi görüyor, anlıyor ama umursamıyorum. Bana dokunmuyorsunuz. Ben ki mekanda ve zamanda dört bir yana saçılmışım, siz mi benim derinime bakıp beni buralardan alıp oralara çekeceksiniz?  Aslında siz öndekilerden çok arkanızdakiyim ben. Kolumu masaya dayamış tespih çekiyorum. Kadehimden bir yudum almadan önce çok uzakları değil ayın sonunu düşünüyorum. Küçük dünyamın sınırlarını yırtamayıp, eğlencemin küçüklüğünde ciğerlerimi yırtan sigara dumanına hapsoluşuma kahroluyorum. Siz, öndekiler, kendi yalan dünyanızda kameraya bakış atarken ben içten içe çürüyorum. Tahir'le Ömer birşeyler konuşuyorlar, birbirlerini yarım yamalak duyuyorlar, duyduklarını anlamıyorlar, anladıklarına değil, inanmak istediklerine gülüyorlar. Anlaştıklarını sanıyorlar, tıpkı hayatla aralarındaki ilişki gibi. Yanılıyorlar, yamuluyorlar, yok oluyorlar. Donup kalan bu kare yankılanıp gidecek ama onlar çoktan bir kere titreşip karanlığa gömüldüler. 

Kendimi susturup müziği dinliyorum, kafam kaldırmıyor, herkesi herşeyi susturuyorum. Zaten siyah beyaz olan görüntü iyice bulanıklaşıyor, odağı şaşıyor. Öndekiler bir o yana bir bu yana soluyorlar. Piyano, performans gücünün çok altında kalmış olmanın utancıyla sus pus oluyor. Tuşlara her basıldığında atomlarına ayrılıyor, keşkelerle vals yapıyor, uzaklardaki caza hasret dağılıyor. Bakışlarımın odaklandığı fotoğraf karesi iyice tenhalaşıyor. Tahir, Ömer'e yaklaşıyor: 

- Kalk, diyor ben sıkıldım. 

Masadan kolumu hafifçe çekiyorum. Bir yudum daha alıyorum. Ben rakı sevmem. İçerim. Sevmem. Sevmediğim halde içerim. Belki de yalnızlığıma iyi geldiği için başkalarıyla içiyorum hep. Bir bardak rakı mı bir bardak mercimek mi ikilemi iyice darlıyor beni ay sonu denkleminde. Son yudumu dikiyorum kafama, haydi bana eyvallah. Benden arkada oturanlar mı? Onlar da başka gözün gördükleri, başka kulakların duydukları olsunlar. Benim hikayem buraya kadar. 

Takeshiba tren istasyonundan çıkmış yürüyorum. Tokyo körfezine bakan banklardan birinde puro tellendireceğim. Yine o kadar uzaklara gittim ki içime çektiğim dumanı İstanbul semalarına salmak beni bana geri verecek mi bilemiyorum. Sen bu satırları okurken, ben semada bir duman gibi süzüleceğim. Durma çek derin bir nefes, kimbilir benden bir parça süzülür gözlerindeki soru işaretlerine...

Arka Taş

Başım köpük köpük, düşüncelerim çırpınıyor. Rüzgar tenimi yalayıp geçerken ürperiyorum. Bir düğme daha iliklemek için buza kesmiş ellerim hareketleniyor, parmaklar tepkisiz kalıyor. -haydi Diyorum,  bir düğmeye umut bağlamış olmama şaşarak. Aslında biliyorum ki yoksun, olmayacaksın, gelmeyeceksin ve ürpertim bundan...Geçmişin kahve kokan sıcak anılarını yokluyorum, gözlerimden geçen son soluk tebessümü de hain rüzgar alıp götürüyor. Hani sıcak bir yaz günü arşınlamıştık bu sahili ve ölümden,  ayrılıktan konuşmuştuk, ona inanmayan sözlerle cesaret vermiştik birbirimize, güneşin sımsıcak ellerinden destek alarak. İşte o gün ben sana inanmıştım sen de bana. Ya da inanır gibi yapmıştın. Nereden bilecektim, alıp başını gideceğini. Zamana nokta koyup, bana 'sen devam et, bensiz!' diyeceğini. İki adım daha atıyorum rüzgara inat. Sonra gözüm kumlara takılıyor, grinin binbir tonuyla harmanlanan. Dalgalar yıkıyor her bir direnme çabasını. Şimdi sen olsaydın, diyecektin ki her bir maddeye her bir olaya bu kadar mana yüklemek neden? Su işte,  kum işte. Kendi dertlerini yıkma olan bitene... Dinle bak:İkincisi o kum o deniz benimle mana buluyor ve benden yansıyanlar, o yaşam benimle eğilip büküyor. Birincisi de - dedim ya - sen yoksun. İstediğim gibi atıp tutarım artık. Deniz ağlar da isyan da eder. Peki hiç gülmez mi?  E güler elbet, ama gülmek için de bir sebep gerekmez mi? Nereye bakmalı heyecanı görmek için nereden tutunmalı aydınlık düşünceleri kaçırmamak için?Yok,  dostum yok. Rüzgar sert esiyor, yürek yönünden üfürüyor, hep toz hep keder taşıyarak. Değil bir düğme, dünyanın tüm düğmelerini iliklesen titrersin.  Bilsem ki bana bir adım geleceksin, düşüp dizlerim üstüne, yalvarırım tüm gücümle. Oysa onun yerine arkamı dönüyorum denize,  kumlara, martılara. Varsın dönsün onlara devran, bizimki iki nokta arasındaki düz çizgi,  yaşamdan ayrılığa uzanan.

...Mevsimler geçti, güneş parıldıyor. Heyecan içinde koşturuyor çocuklar. Bir köpek yavrusu, bir o yana bir bu yana koşuyor, bulabildiği her şeyin peşinde koşarak. Deniz kuşları pike yapıyor denizin üstüne. Kumsalın, denize komşu olduğu çizginin hemen berisinde duruyorum, ellerim cebimde. Ayaklarım sabırsız ve meraklı. Acaba bu sıkıcı ayakkabılardan kurtulup sıcak kumlara inecek miyim? Sevgili sen, ben kafayı mı yedim de ayaklarım benden bağımsız davranıyormuş gibi anlatıyorum. Kimbilir belki ben de ayrıldım kendimden de geriye şu garip kabuğu bıraktım; insan gibi görünen, yürüyen, yiyen, içen ama ne yaptığını bilmeyen. Nereye ve ne zaman gittim? Ben gittiysem kim bulacak beni?  Bulsa ne diyecek bana? Kimsin dese, nereden geldin, nereye gidiyorsun dese, ne diyeceğim? Haydi, diyelim ki sen buldun ve sordun. Cevaplayayım...Ben, kayıp bir ruhum. Yaklaşık... yok yok hatırlamıyorum kaç güneş kaç rüzgar önceydi ayrılışım. Zaten öyle birdenbire de olmamıştı. Yavaş yavaş yandım, eridim, tükendim, bittim ta ki kendime tutunacak gücüm kalmayana dek. Başlangıçtan sonrası ise bambaşka bir salınım. Umursamadan geçti anlar birer birer. Kimsesiz olmak sanıldığı kadar zor değilmiş ama hiç bilinmedik bir anlamsızlıkmış. O nedenle yitmek zor olmadı. Şimdi sen cevap ver bakalım, sen nasıl buldun beni? Kendini göremeyeni sen nasıl gördün? Aldığın cevaplarla bana kör oldun mu? Dön arkanı ve beni hiç görmemiş gibi yap dostum, çünkü biz seninle iki taş gibiyiz, sahile gömülmüş, ne bir adım birbirine yanaşan ne de bir adım uzaklaşan.