Saturday, January 08, 2022

Yırtılma

Bazen hem burada hem de oradayım. Bedenim burada salınıyor: parmaklarım kupaya sarılıyor, dudaklarımda kahve tadı, gözlerim boş; boş çünkü ruhum uzaklarda gezinmekte: Zhong Shan Bei ile Wuning yolunun keşisim noktasında taksi bekliyorum,  taksiden indikten sonra merdivenlerden aşağı inip barın kapısından içeri kendimi kaybedeceğim. Yıllar öncesiyle bugün arasında yarılıyor benliğim. Hem mesafeler hem de zaman ayırıyor beni parçalara. Kendimi toplamak enerjimi sömürüyor... Pili bitmiş oyuncak bebek gibi yığılıp kalıyorum oturduğum yerde.

Bir ekrana bakıyorum bir fotoğraf karesine. İmleç adeta zihnimin aynası: boş planda yanıp sönüyor. 

Fotoğraftan bana bakıyorlar beni görmeden. 

Konuşuyorlar sesleri duyulmadan. 

Duman kaplamış her yanı. 

Alkol zaten sıkıntılı hayatları iyice bulanıklaştırmış. 

Kadın, bana öyle bir bakış atıyor ki, an yarılıyor, zaman bükülüyor, ben titreşiyorum. Ve bir an sonra herşey yine olduğu gibi olmaya devam ediyor. 

İmleç yerini düşüncelere bırakıyor. Şimdi susun ve beni dinleyin: 

Sizi görüyor, anlıyor ama umursamıyorum. Bana dokunmuyorsunuz. Ben ki mekanda ve zamanda dört bir yana saçılmışım, siz mi benim derinime bakıp beni buralardan alıp oralara çekeceksiniz?  Aslında siz öndekilerden çok arkanızdakiyim ben. Kolumu masaya dayamış tespih çekiyorum. Kadehimden bir yudum almadan önce çok uzakları değil ayın sonunu düşünüyorum. Küçük dünyamın sınırlarını yırtamayıp, eğlencemin küçüklüğünde ciğerlerimi yırtan sigara dumanına hapsoluşuma kahroluyorum. Siz, öndekiler, kendi yalan dünyanızda kameraya bakış atarken ben içten içe çürüyorum. Tahir'le Ömer birşeyler konuşuyorlar, birbirlerini yarım yamalak duyuyorlar, duyduklarını anlamıyorlar, anladıklarına değil, inanmak istediklerine gülüyorlar. Anlaştıklarını sanıyorlar, tıpkı hayatla aralarındaki ilişki gibi. Yanılıyorlar, yamuluyorlar, yok oluyorlar. Donup kalan bu kare yankılanıp gidecek ama onlar çoktan bir kere titreşip karanlığa gömüldüler. 

Kendimi susturup müziği dinliyorum, kafam kaldırmıyor, herkesi herşeyi susturuyorum. Zaten siyah beyaz olan görüntü iyice bulanıklaşıyor, odağı şaşıyor. Öndekiler bir o yana bir bu yana soluyorlar. Piyano, performans gücünün çok altında kalmış olmanın utancıyla sus pus oluyor. Tuşlara her basıldığında atomlarına ayrılıyor, keşkelerle vals yapıyor, uzaklardaki caza hasret dağılıyor. Bakışlarımın odaklandığı fotoğraf karesi iyice tenhalaşıyor. Tahir, Ömer'e yaklaşıyor: 

- Kalk, diyor ben sıkıldım. 

Masadan kolumu hafifçe çekiyorum. Bir yudum daha alıyorum. Ben rakı sevmem. İçerim. Sevmem. Sevmediğim halde içerim. Belki de yalnızlığıma iyi geldiği için başkalarıyla içiyorum hep. Bir bardak rakı mı bir bardak mercimek mi ikilemi iyice darlıyor beni ay sonu denkleminde. Son yudumu dikiyorum kafama, haydi bana eyvallah. Benden arkada oturanlar mı? Onlar da başka gözün gördükleri, başka kulakların duydukları olsunlar. Benim hikayem buraya kadar. 

Takeshiba tren istasyonundan çıkmış yürüyorum. Tokyo körfezine bakan banklardan birinde puro tellendireceğim. Yine o kadar uzaklara gittim ki içime çektiğim dumanı İstanbul semalarına salmak beni bana geri verecek mi bilemiyorum. Sen bu satırları okurken, ben semada bir duman gibi süzüleceğim. Durma çek derin bir nefes, kimbilir benden bir parça süzülür gözlerindeki soru işaretlerine...

Arka Taş

Başım köpük köpük, düşüncelerim çırpınıyor. Rüzgar tenimi yalayıp geçerken ürperiyorum. Bir düğme daha iliklemek için buza kesmiş ellerim hareketleniyor, parmaklar tepkisiz kalıyor. -haydi Diyorum,  bir düğmeye umut bağlamış olmama şaşarak. Aslında biliyorum ki yoksun, olmayacaksın, gelmeyeceksin ve ürpertim bundan...Geçmişin kahve kokan sıcak anılarını yokluyorum, gözlerimden geçen son soluk tebessümü de hain rüzgar alıp götürüyor. Hani sıcak bir yaz günü arşınlamıştık bu sahili ve ölümden,  ayrılıktan konuşmuştuk, ona inanmayan sözlerle cesaret vermiştik birbirimize, güneşin sımsıcak ellerinden destek alarak. İşte o gün ben sana inanmıştım sen de bana. Ya da inanır gibi yapmıştın. Nereden bilecektim, alıp başını gideceğini. Zamana nokta koyup, bana 'sen devam et, bensiz!' diyeceğini. İki adım daha atıyorum rüzgara inat. Sonra gözüm kumlara takılıyor, grinin binbir tonuyla harmanlanan. Dalgalar yıkıyor her bir direnme çabasını. Şimdi sen olsaydın, diyecektin ki her bir maddeye her bir olaya bu kadar mana yüklemek neden? Su işte,  kum işte. Kendi dertlerini yıkma olan bitene... Dinle bak:İkincisi o kum o deniz benimle mana buluyor ve benden yansıyanlar, o yaşam benimle eğilip büküyor. Birincisi de - dedim ya - sen yoksun. İstediğim gibi atıp tutarım artık. Deniz ağlar da isyan da eder. Peki hiç gülmez mi?  E güler elbet, ama gülmek için de bir sebep gerekmez mi? Nereye bakmalı heyecanı görmek için nereden tutunmalı aydınlık düşünceleri kaçırmamak için?Yok,  dostum yok. Rüzgar sert esiyor, yürek yönünden üfürüyor, hep toz hep keder taşıyarak. Değil bir düğme, dünyanın tüm düğmelerini iliklesen titrersin.  Bilsem ki bana bir adım geleceksin, düşüp dizlerim üstüne, yalvarırım tüm gücümle. Oysa onun yerine arkamı dönüyorum denize,  kumlara, martılara. Varsın dönsün onlara devran, bizimki iki nokta arasındaki düz çizgi,  yaşamdan ayrılığa uzanan.

...Mevsimler geçti, güneş parıldıyor. Heyecan içinde koşturuyor çocuklar. Bir köpek yavrusu, bir o yana bir bu yana koşuyor, bulabildiği her şeyin peşinde koşarak. Deniz kuşları pike yapıyor denizin üstüne. Kumsalın, denize komşu olduğu çizginin hemen berisinde duruyorum, ellerim cebimde. Ayaklarım sabırsız ve meraklı. Acaba bu sıkıcı ayakkabılardan kurtulup sıcak kumlara inecek miyim? Sevgili sen, ben kafayı mı yedim de ayaklarım benden bağımsız davranıyormuş gibi anlatıyorum. Kimbilir belki ben de ayrıldım kendimden de geriye şu garip kabuğu bıraktım; insan gibi görünen, yürüyen, yiyen, içen ama ne yaptığını bilmeyen. Nereye ve ne zaman gittim? Ben gittiysem kim bulacak beni?  Bulsa ne diyecek bana? Kimsin dese, nereden geldin, nereye gidiyorsun dese, ne diyeceğim? Haydi, diyelim ki sen buldun ve sordun. Cevaplayayım...Ben, kayıp bir ruhum. Yaklaşık... yok yok hatırlamıyorum kaç güneş kaç rüzgar önceydi ayrılışım. Zaten öyle birdenbire de olmamıştı. Yavaş yavaş yandım, eridim, tükendim, bittim ta ki kendime tutunacak gücüm kalmayana dek. Başlangıçtan sonrası ise bambaşka bir salınım. Umursamadan geçti anlar birer birer. Kimsesiz olmak sanıldığı kadar zor değilmiş ama hiç bilinmedik bir anlamsızlıkmış. O nedenle yitmek zor olmadı. Şimdi sen cevap ver bakalım, sen nasıl buldun beni? Kendini göremeyeni sen nasıl gördün? Aldığın cevaplarla bana kör oldun mu? Dön arkanı ve beni hiç görmemiş gibi yap dostum, çünkü biz seninle iki taş gibiyiz, sahile gömülmüş, ne bir adım birbirine yanaşan ne de bir adım uzaklaşan.