Tuesday, November 19, 2019

Aidiyet?!?

Pekala kendim,  söze bir ön kabulle başlayayım. 
"Aidiyet mutluluk getirir. "
...
Bu satırları yazmamın üzerinden 24 saat geçmiş olmasına rağmen kalem oynamadı, oynatamadım. Neden? Çünkü bu ifadeye ilişkin doğru soruyu bulamadım. Elimde bir yığın cevap var da doğru soru konusunda kafam karışık. 
Yine de içlerinden uygun olacağını düşündüğüm bir soru sorabilirim şimdi kendime:
"Ait olduğumu varsaydığım ortamla bağım ne zaman (aslında daha doğrusu) nasıl oldu da koptu? (Aslında daha doğrusu) ben kendimi nereye ait hissettim?  (Ya da herhangi birşeye ait hissettim mi?)"
Buna cevap bulabilirsem, yıkılıp dökülenleri tamir edebilir miyim sorusuna verilecek bir cevabım var mı ona bakarım. 
...
Birkaç saat önce, bir televizyon programında, hapisten yeni çıkmış bir siyasinin umutla, şevkle, enerjiyle konuşma yaptığına şahit oldum. Hiç mi kırılmamış hiç mi yıpranmamış da yaşadığı bunca şeye rağmen mücadele enerjisini aidiyetin kuvvetli bağından alıyor? Yoksa parçası olduğunu inandığı şeye kendini o derece kaptırmış da hiçbirşey olmamış gibi mi davranmayı başarıyor? (Neyse bana kendi sorularım ve kendi cevaplarım yetiyor. )
İlk sorduğum soruların sonuncusundan başlayalım, "Eğer herhangi bir zamanda ve yerde öyle olduysa, kendimi nereye ya da neye ait hissettim? (Çoktan seçeyim bakalım.)
A. Aile? 
B. Ülke? 
C. Millet?
D. Sevgili?
E. Hepsi
... 
Ve saatler sonra gelen bir soru daha: bize ait olmayan şeylerle kendimize ait bir yaşam alanı yaratmak mümkün olabilir mi ya da yabancı yaratılmışların ne kadarını sahiplenip içselleştirebiliriz? (Bu da kenardaki soru yığının üstünde dursun. Kötü kokular saçmaya başlayınca bir kurcalarım...)

Şimdi gelelim çoktan seçmelilere:

En basit görüneni sevgiliden başlayalım. Bu şıkkı işaretlemeyeceğim zira tamamen alış veriş ve beklenti üzerinden, ateşli hülyalarla başlayan bir ilişkinin evrildiği sahiplenme hissi, özgür iradenin tek taraflı teslimiyeti olamayacak kadar zorlayici ve sınırlandırıcı. Bu nedenle "hayır ", uzun soluklu bir 'sevgili sahiplenmesi' hiç olmadı ki yitip gitmiş olsun.

Aile? Aslında aile yani üst soyumdan taşıdıklarım ile alt soya aktardıklarım, diğerleri arasında en benden olanlar. Onların kokusu diğerlerine göre daha sıcak, rengi daha samimi. Ne var ki üst soyun doğal seçilimle erimesi acımasızca gerçekleşiyor ve geriye sıcacık ama eller tutamadığım anılar kalıyor. Özetle "yitip gidiyorlar." Alt soya gelince, oradaki aidiyet daha ziyade onların bana olan bağlılıkları. Bana kalansa "sorumluluk". Dur, hemen yanlış anlama sevgili kendim, sorumluluktan kaçıyor ya da altt soyuma olan bağlılığımdan şikayet ediyor falan değilim. Sadece sorusunu aradığım cevap bu değil. Evet aile bu şıklar arasında en işaretlenebilir gibi görüneni ama dedim ya çekincelerim beni huzursuz ediyor.

Ülke ve millet şıklarını oraya koymuş olma sebebim, kendimi bildim bileli bu kavramların ulviliği ve bireyin onların bir parçası olması ya da bireyi birey yapanın onlar olması öğretisinin sürekli karşıma getirilmesi olabilir. Geçen zaman, yaşananlar, bu kavramların içini dolduranların bireysel ve sistematik çöküşü, korkarım bilinçli bir bireyin ve üstünde yaşadığımız kürenin sınırlarından sıyrılmak isteyen bir insanın bu şıkları tercih etmemesini açıklamaya yetecektir. Ayrıştırma, itilme, sahiplenilmeme ve yeterince değer verilmeme, sürekli "senin için mücadele ediyorum" diyen bir aşığın, kendisinden çoktan ümidi üzmüş sevdiğine karşı beyhude haykırışı olmaktan öteye geçmediği gibi, üç günlük şu dünyada yorucu oluyor. Bıkmışlıkla a ve b seçeneklerini eliyorum. 

E haliyle "e" seçeneği de hükümsüz kalıyor. Akla gelmeyen ya da çoktan seçmelileri karşıma koyan şu zihnin karşısına gelecek diğer aidiyet seçeneklerinin de "ilkel" kalacağını düşünmek, umarım ön yargılı davranmak olmaz. Aslında düşününce "ilkel" kalabilmek "ait" olabilmenin en temel koşulu belki de çünkü bu sayede kabullenmek kolay oluyor; soru sormuyor, kusurları görmüyor, farklılıkları hissetmiyor, pis kokuları almıyorsun da "oh be" diyorsun. Hey kendim, dur bir dakika bu son paragrafla şimdi kalkmış bana: 

"ilkellik mutluluktur." demiyorsun değil mi? (Bırakayım zihnimin imleci birraz yanıp sönsün.)

Wednesday, November 06, 2019

Özlem


Üç katlı bir apartmanın tarhana konan koridorlarından geçip annem kokan evin kapısından içeri girmek istiyorum. Sonra babam işten gelsin istiyorum ve bütün bunlara 'geçmişe özlem' diyorum. 

O özlem, güvenlik demek, sorumsuzluk demek.


Her geçen gün gençliğimin güzel anılarının ters istikametine yürüdüğüm bu yolda her geçen saat ve an son noktaya doğru yaklaşırken, yalnızlaşıyorum. 


Sevdiklerimin sesi silikleşiyor, bakışları puslar arasında yitiyor. Kabuk bağlıyorum. 

Özlem sönüyor.


Yüreğimin atışlarını daha çok dinler, nefes alış verişimi daha çok takip eder buluyorum kendimi.


Korku yok, benden geriye ne kalacaksa onu bırakacağım noktaya varmak üzere.  sessiz bir yürüyüş var.


Yalnızlaşan ben özlemi yitirmiş, tek olmanın nasırlığında son yapraklarını döken kuru bir ağaç gibi kalmışım bu koca yaşam vadisinde.