Monday, May 27, 2013

Çağrı

Delilik çağırıyor,
Karşılık vermiyorum,
Aklımı yitirmediğimden değil,
Fark etmeyeceğinden.
Bu aklı başında verilmiş bir kararsa,
Neden kendimi burada yabancı hissediyorum?

Friday, May 03, 2013

Algının kapılarında duruken zihinden geçen düşünceler (geldiği gibi)

Bir eseri yaratanla, onu sonradan deneyimleyen 3. kişinin algıları elbette farklıdır. Yaratıcı, kaynağı kendisinde olanı ortaya koyarken, 3. kişi kendisine tamamen yabancı olanı kendi kişisel algılarıyla süslüyor; eserin, aslında kendi görmek, duymak, hissetmek istediklerini verdiğini sanıyor.

Yaratan - yaratılana hangi pencereden bakarsanız bakın sonuç hep benzer özellikler taşıyacak. Örneğin: yazar - okuyucu. besteci - dinleyici, tanrı - insan

Bu üç örneğin ilk ikisinde, ortaya koyan hep içinden çıkarttığı bir düşünceyi somutlaştırırken, ortaya çıkan hep yabancı bir 3.göz tarafından subjektif olarak yorumlanıyor. Üçüncü örnekte durum biraz daha karışık:

Burada yaratan herşeyi yaratmıştır. (ön kabulümüz bu olduğu müddetçe) Yarattıklarından yaşam ayrı bir eser, insan ayrı bir eser değerlendirilirse, insanın yaşamı değerlendirmesi de yine kendi sınırlı çerçevesinden ve elbette yaratıcıdan çok farklı bir pencereden olacaktır. HIrslarına, arzularına göre algıladığı yaşamda, suçu ve cezayı, ölümü ve doğumu hep kendi sınırlılığı içinde yorumlarken, yaratan yarattığını hep kendi dinamiklerinden çıkmış, kaynağından çağlamış bir pınar gibi kabullenip olduğunca kabullenecektir.

Yazar, eserini ortaya koyduğunda, her kelimenin onun için anlamı aslolanken, yazardan kopmuş bağımsız varlığını ilan etmiş eserin her bir okurun dünyasında bulduğu yankı tamamıyla farklı olup, kelimelerin duygu ve durumları ifade etmekteki kaypaklığı ne yazarı ne de okuyucuyu bir daha aynı platformda bir araya getirecektir. Her bir kelimeden fışkıran kontrol edilemez anlamlar, dökülen suyun kabını dolduramayacağı gerçeğinde olduğu gibi, zihinlerde yitip gidecektir.

İngiliz bir müzisyenin ortaya koyduğu bir pop şarkısı, bir Türk dinleyicisinin kulağında anlamsız kelimelerin yanı sıra güzel melodi ve armonisiyle tınlarken, Türkçeye çevrilmiş sözler, o melodiden bağımsız olarak okunduğunda tüm büyüsünü yitirecek ve geriye yalnızca edebi nitelikten yoksun, gelişigüzel bir araya getirilmiş dizeeler kalacaktır. Oysa, özgün dilinde dinlenen bir eser çok daha anlamlı ve çok daha zevke hitap eder olacaktır. Bu örnekte, yukarıda 2 paragrafta saymış olduğumuz örneklere ek olarak, algılayanın özelliklerindeki değişikliklerin de farklılıklara yol açabileceğini görüyoruz.

Bir klasik müzik eseri, klasik müziği doğuran kültürün içinden gelmeyenler için "öğretilmiş güzellik" olmaktan öteye geçemeyecektir. Oysa ki diğerinin genlerine işlenmiş bir algılyıştan söz etmek belki de yanlış olmayacaktır.

Anadilde dinlenmeyen bir şarkı, armoni ve melodisinin ötesinde, eseri ana dilinde dinleyene verdiği heyecanı tadı vermeyecektir.

Ve nihayetinde birey, yaşam karşısında sınırlılığı ve geçiciliğiyle yaşamın tadlarını gelişi güzel hissetmeye çalışırken, bir yolcu olduğu bilincini tam olarak hissedemeden göçüp gidecektir bu diyarlardan.