Saturday, January 08, 2022

Arka Taş

Başım köpük köpük, düşüncelerim çırpınıyor. Rüzgar tenimi yalayıp geçerken ürperiyorum. Bir düğme daha iliklemek için buza kesmiş ellerim hareketleniyor, parmaklar tepkisiz kalıyor. -haydi Diyorum,  bir düğmeye umut bağlamış olmama şaşarak. Aslında biliyorum ki yoksun, olmayacaksın, gelmeyeceksin ve ürpertim bundan...Geçmişin kahve kokan sıcak anılarını yokluyorum, gözlerimden geçen son soluk tebessümü de hain rüzgar alıp götürüyor. Hani sıcak bir yaz günü arşınlamıştık bu sahili ve ölümden,  ayrılıktan konuşmuştuk, ona inanmayan sözlerle cesaret vermiştik birbirimize, güneşin sımsıcak ellerinden destek alarak. İşte o gün ben sana inanmıştım sen de bana. Ya da inanır gibi yapmıştın. Nereden bilecektim, alıp başını gideceğini. Zamana nokta koyup, bana 'sen devam et, bensiz!' diyeceğini. İki adım daha atıyorum rüzgara inat. Sonra gözüm kumlara takılıyor, grinin binbir tonuyla harmanlanan. Dalgalar yıkıyor her bir direnme çabasını. Şimdi sen olsaydın, diyecektin ki her bir maddeye her bir olaya bu kadar mana yüklemek neden? Su işte,  kum işte. Kendi dertlerini yıkma olan bitene... Dinle bak:İkincisi o kum o deniz benimle mana buluyor ve benden yansıyanlar, o yaşam benimle eğilip büküyor. Birincisi de - dedim ya - sen yoksun. İstediğim gibi atıp tutarım artık. Deniz ağlar da isyan da eder. Peki hiç gülmez mi?  E güler elbet, ama gülmek için de bir sebep gerekmez mi? Nereye bakmalı heyecanı görmek için nereden tutunmalı aydınlık düşünceleri kaçırmamak için?Yok,  dostum yok. Rüzgar sert esiyor, yürek yönünden üfürüyor, hep toz hep keder taşıyarak. Değil bir düğme, dünyanın tüm düğmelerini iliklesen titrersin.  Bilsem ki bana bir adım geleceksin, düşüp dizlerim üstüne, yalvarırım tüm gücümle. Oysa onun yerine arkamı dönüyorum denize,  kumlara, martılara. Varsın dönsün onlara devran, bizimki iki nokta arasındaki düz çizgi,  yaşamdan ayrılığa uzanan.

...Mevsimler geçti, güneş parıldıyor. Heyecan içinde koşturuyor çocuklar. Bir köpek yavrusu, bir o yana bir bu yana koşuyor, bulabildiği her şeyin peşinde koşarak. Deniz kuşları pike yapıyor denizin üstüne. Kumsalın, denize komşu olduğu çizginin hemen berisinde duruyorum, ellerim cebimde. Ayaklarım sabırsız ve meraklı. Acaba bu sıkıcı ayakkabılardan kurtulup sıcak kumlara inecek miyim? Sevgili sen, ben kafayı mı yedim de ayaklarım benden bağımsız davranıyormuş gibi anlatıyorum. Kimbilir belki ben de ayrıldım kendimden de geriye şu garip kabuğu bıraktım; insan gibi görünen, yürüyen, yiyen, içen ama ne yaptığını bilmeyen. Nereye ve ne zaman gittim? Ben gittiysem kim bulacak beni?  Bulsa ne diyecek bana? Kimsin dese, nereden geldin, nereye gidiyorsun dese, ne diyeceğim? Haydi, diyelim ki sen buldun ve sordun. Cevaplayayım...Ben, kayıp bir ruhum. Yaklaşık... yok yok hatırlamıyorum kaç güneş kaç rüzgar önceydi ayrılışım. Zaten öyle birdenbire de olmamıştı. Yavaş yavaş yandım, eridim, tükendim, bittim ta ki kendime tutunacak gücüm kalmayana dek. Başlangıçtan sonrası ise bambaşka bir salınım. Umursamadan geçti anlar birer birer. Kimsesiz olmak sanıldığı kadar zor değilmiş ama hiç bilinmedik bir anlamsızlıkmış. O nedenle yitmek zor olmadı. Şimdi sen cevap ver bakalım, sen nasıl buldun beni? Kendini göremeyeni sen nasıl gördün? Aldığın cevaplarla bana kör oldun mu? Dön arkanı ve beni hiç görmemiş gibi yap dostum, çünkü biz seninle iki taş gibiyiz, sahile gömülmüş, ne bir adım birbirine yanaşan ne de bir adım uzaklaşan.

No comments: