Monday, November 30, 2009

Derin Sular

Derin sular karanlık olur.
Gün yüzü görmemiş binbir türlü canlı yaşar bu sularda.
Basınç yüksek, su soğuk ve yalnızlık dayanılmaz olur.
Görmek için göz yetmez.

Kıssadan hisse? Çıkarana!

Friday, November 20, 2009

Düşünceler, Kelimeler, Vİ, Vİ2, HÇ, BÖ, BT, A

Kelimeler, insanların sınırsız düşünce dünyalarından, iletişimin sınırlı, sorunlu ve eksik dünyasına uzanan yolda elçilerdir. Onlar, kendilerine yüklenen anlamlarla yola çıkar ve dur durak bilmeden yol alırlar. Zaman zaman yol üzerinde tökezlerler; tökezleyince yüklerinin bir kısmını dibi sonu olmayan uçurumlarda yitirip devam ederler. En sonunda kulaktan kulağa oynadığımız bu hayatta birşeyler anlatmaya çalışır dururuz birbirimize. Hoş iletişimde bu anlam kayıpları, aksaklıklar yalnızca elçilerin suçu da değildir. Elçileri dinlemeyenler, elçilerin sözlerini kendi sınırlı algıları doğrultusunda algılayanların bini bir paradır. Kaldı ki, bunu istemeseler bile insanlığın kuralları böyle yazılmıştır. Ne demiş Rumi: "Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır." Gel de bu kör dövüşünde, kendini ifade etmeye çalış.

Yazık ki, düşünce dünyaları arasında yapılan yolculuklarda en sık duyduğumuz kelime: "Anlıyorum". Hemen düzeltmeye çalışayım: "anlayışım doğrultusunda anladığımı sanıyorum ki anladıklarımı ifade etmeye çalışsam, sen de anlayışın doğrultusunda, benim anladığımı iddia ettiğim şeyleri anladığını sanacaksın, ama hiçbir zaman ne sen beni tam olarak anlayabileceksin ne de ben seni tam olarak anlayabileceğim."

Peki ya İletişim dünyasına açılan kapıların anahtarlarını değiştirsek, anlayış, kavrayış kabiliyetimizi daha da zorlamış olur muyuz? Küçük bir örnekle bunu ifade etmeye çalışayım: Anlamlı olduğunu düşündüğüm bir cümledeki her kelime yerine bir başkasını koyarak cümleyi başka bir görünüşe büründürüyorum. Aslında sembollerin altında yatan anlam yine aynı kalıyor fakat semboller değiştikçe değişiyor. Bu sembollerin anlam bütünlüğü oluşturmaması halinde sorun yok. Neden derseniz, düşünce dünyası bunları anlamlandırmaya çalışmadan eski halleriyle bunları alışageldiği şekilde kabullenir. Peki ya eskilerinin yerine koyduğum semboller farklı anlamlar ifade ediyorsa ve bu ifadelerle eskileri birbirini tamamlamıyorsa, ortaya çıkan karmaşayı nasıl açıklayacağız. Doğru ve yerinde varsaydığımız herşey alt üst olduğunda kim yardıma koşacak? Örnek cümleyi verirken, orijinal cümleyi vermeden başlıyorum, yani ilk önce değiştirilmiş anlamsız kelimeler bütünü:

"Oyun sakızında gerileyen üzüm salkımları, belki u dönüşüne utanarak geçmişe eğri üzüm salkımı çeviren geleceğin sevgisiyle koşarak duruyoruz; elma sepetindeki kuşkonmazlar sapağı!" (buna "A" diyelim)

Bu cümleyi dört farklı kişiye gösteriyorum ve kelimlere karşılık başka kelimeler koyarak değiştirmelerini istiyorum:

"Zaman akip giderken gerileyen zavalli senler ve benler, belki geçmişine bakmaya utandığından, geleceğine sevgiyle bakıyor bu zavalli senler ve benler; oysa durduğumuz kafası karışık bir kavşak, ne yöne gitsen gelecek artık." (buna "" diyelim)

"Tahta ağızlı ucubik gözlü suratlar, ansizin ziplayarak anirarak ihtiyarlarin yamuk bastonlarına çelme takarak geçmisteki acılarının intikamını alırken; aslında kendi geleceklerini çelmeliyorlardi." (buna "BT" diyelim)

"Üzerimize yapışan hayatta gerileyen insan suretleri olarak, belki geçmişe dönüp bakmaya korktuğumuzdan,köşeyi döndüğümüzde herşey düzelecekmiş gibi, gelecekten medet umarak koşmaya devam ediyoruz." (buna "" diyelim)

Ve son olarak da
"Üzerimize yapışmayan, kenarında itişip kakıştığımız hayat kaçkınları olarak, Belki birini sevince öleceğimizden korktuğumuzdan, köşeyi her döndüğümüzde zehirli bir yılan tarafından düzülecekmiş gibi, karanlıkların içinde koşmaya devam ediyoruz." (buna "" diyelim.)

"Kendini avcıya yakalatan umutsuz balıklar gibi biz de, belki sürüye küstüğümüzden sivri oltanın güneşi gösteren ucunu bir hırsla ısırıp duruyoruz; gerisi aynı hikâye zaten!" (Buna da "Vİ2" diyelim)

Yukarıda karşımıza 6 farklı cümle ve 6 farklı anlam çıkıyor, ama aslında hepsi aynı şeyi (başlangıçta onlara verilmeyen orijinal cümle) söylüyor:
"Hayat yolunda ilerleyen bizler, asla geri dönemeyeceğimizi bilerek, geleceğe doğru bizi yönlendiren geçmişin zoruyla isteksizce yürüyoruz, tıpkı arenadaki gladyatörler gibi." (buna da "ASon" diyelim.)

Nasıl oluyor? Yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi, A cümlesini 4 kişiye verdiğimde, ASon'dan haberleri yoktu. Hiçbir kural konmaksızın, onlardan, kelimeye karşı kelime, düşünce dünyasının her bir elçisine karşılık bir başka elçi seçilmesi istendi. Sonuçta belki çağrışımın perileri yukarıdaki 5 farklı cümleyi oluşturdu. Peki kaos nerede? Aslında tam da şurada: Elçiler itaat etmek için varlarsa, hangi görünüme bürünürse bürünsünler hepsinin altında ASon anlamı yatıyor. Bunlar elçiler değil de efendiler olsalardı o zaman hepsi farklı farklı düşünceler dünyasının Vİ, Vİ2, HÇ, BÖ, BT anlamları olacaklardı ve ASon'a belli bir mesafeden ve iletişim dünyasının kuralları içerisinde bakacaklardı. Kurallardan bihaber üçüncü göz bu dünyaya düştüğünde, kafası karışacak. Ve şayet 6 cümle arasında bir paralellik kurarsa bunu çağrışım perilerine borçlu olacak, ama ne var ki bu periler, acımasız ve cahil kelimeler imparatorluğunda birer tatlı rüzgardan öte bir varlık sergileyemiyorlar.

Anlıyor musun?

Wednesday, November 18, 2009

Geriye kalan

Öldüğümüzde ne kalır geriye? Çırılçıplak soyarlar. Parmağından yüzüğünü, kolundan saatini alırlar. Dilini yutmuşsun yutmamaışsın kimsenin umurunda olmaz. Ancak çenen düşmesin diye üstün körü bağlayıverirler. Kıçına pamuk tıkarlar ki istenmeyen akıntılar olmasın. Göz kapakların kapalı olur. Artık görmek için onlara ihtiyaç da yoktur. Burun deliklerin hala açıktır ama nefes almazsın. Çürüme başlar. Kalın kalın konuşan senden, sıcaklığından ya da sövüp sayan mizacından geriye bilmem kaç kilo et yığını kalmıştır. Ha koyun olmuşsun ha aslan, hiç fark etmez. Ölmeden önce yediğin yemekler sindirilemeden kalırlar öylece içinde. Temizlik, pislik dert olmaz artık. Geriye senden hiçbir şey kalmaz, anılardan başka. Anılar da senin değil geride kalanların canını yakarlar. Zira elle tutamazlar geçmişi, gelecek yaşanmamıştır ve yaşanmayacaktır. Bugün ise çoktan senin için geçmiştir. Geriye hareketsiz bir et yığını, bir yüzük, bir saat ve tonla anı kalmıştır.

Tuesday, November 10, 2009

Onu anlamak ve anmak!

10 Kasım...
Her sene bugün birkez daha düşünüyorum, geçmişten bugüne aktarılan düşünceleri.
Ölümlü insanoğlu göçüp gidiyor, ancak insanı ölümsüz kılan düşünceleri (bu kadar kudretli ise), zamanın ötesine taşıyor.
Bir binanın temelleri yoksa o bina nasıl ayakta kalır? Sorarım size. Eğer bugün bu ülke, bunca hırsıza, yalancıya, yağlı elleriyle ülkenin ırzına geçmeye çalışan domuza, üç kağıtçıya, kendini adam olarak tanıtan içi boş su kabaklarına, gözü dönmüş seviyesizlere, bölücülere, fırsatçılara, içten pazarlıklılara karşı koyabiliyorsa, o ülkenin temeli sağlam atılmış demektir.
Her 10 Kasım’da bu temeli atan, bu temeli oluşturan yüce düşünceyi saygıyla selamlıyorum.
Yukarıda saydığım yıkıcı etkenlerin yanında bir de temelleri içten içe çürütenler var. Nasıl ki duvarı nem yerse, içten içe, işte o yıllardan günümüze kalan düşünceleri de "zavallı düşünce tarzları" içten içe yiyor.
Aptal dost, akıllı düşmandan yeğ değildir.
Kimdir aptal dost?
Onun ortaya koyduğu düşünceleri putlaştıran, yalnızca rozetini yakasına takmakla, tişörtünü giymekle onu andığını ve düşüncelerini savunduğunu sanan ve fakat şekilciliğin ötesine geçemeyen, eleştirinin amacının yıkım değil yapım olduğunu idrak edemeyen, onu put perestlik noktasına taşıyan, fikri - vicdanı hür düşünceyi gerici ve tutucu mutaassıp kesime yaklaştıran ve bunu yaparken bir marifet yaptığını sanandır, aptal dost!

Sözü uzatmaya ne hacet, onu anmaya ve içinde bulunduğumuz karamsar tablodan kurtulmak için çabalamaya ve şekillere hapsolmuş kısır düşüncelerin sınırlarından engin okyanuslara açılmak için çalışmaya devam.

Şimdi aşağıdaki sözleri alt alta koyun ve toplamını birkez daha düşünün:

Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız.

Devrimin amacını kavramış olanlar sürekli olarak onu koruma gücüne sahip olacaklardır.

Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerdeki cephenin suskunluğudur.

İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!

Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.”
Mustafa Kemal Atatürk

Thursday, November 05, 2009

5 Kasım 1605 - 2009

Unutma...

Düşünceler kurşun geçirmezdir, ölümsüzdür, duyguları yoktur...

İsimsiz

Zaman durmuş, kara yağmur şakır şakır yağıyor. Gri gözler, sessiz ve derinden, ama ta içine bakıyorlar hayatın. Dizlerinin üstüne çöküyor. Ellerini göğe açıyor. Bu kafese sıkışmışlık hissinin garip ürpertisi içinde titremeye başlıyor. Derinlerden kaynağını alan çığlık ve isyan dalgaları akın akın yükseliyor. Neden, niçin belli değil. Yalnızca isyan, yalnızca kapana kısılmışlık! İçini yarıp çıkmalı artık, karalar karası bu yağmurun içine yığılıp, yardım eli umudu olmadan, son nefesini pislik ve balçık içinde vermek istiyor. Birşeyler onu içten dışa doğru zorluyor. Titremeler, köpürmeler... Bu nefret, bu yalnızlık, bu kapana kısılmışlık, yeter artık! Bu hayat, bu zifir karası, yapışkan pislik artık kendinden arınmalı... Gözlerini kapıyor, göz kapaklarını yalayan soğuk içini ürpertiyor ama gözlerini açmıyor, açmayacak...