Sunday, March 02, 2008

Çin Satrancı 象棋

Akşamın karanlığında ve karanlığa yol gösteren sokak lambalarının suskunluğunda bir gölge ilerliyor, yabancı işaretler ve simgeler dünyasında. Her yerde yanıp dönüyor şekiller. Sırtlan günlükleri sona yaklaşırken, aslanların zamanı geliyor usul usul. Diğer yanda nehrin iki yanına konuşlanan ordular birbirlerini süzmekteler binlerce yıl önce çizilmiş kuralların himayesinde. Filler, atlar, savaş arabaları, kendini bilmez erler, güçlü ve fakat gücünün kalesine hapsolan hükümdar ve ona adanmış hayatlarıyla danışmanları. Toplar hazır her an patlamaya. Peki ya "uzun uzak" bu manzaranın neresine yerleşiyor?
Binlerce yıldır akan kum saatinin taneleri birbiri üstüne eklenirken sırtlanlar bir yandan arkalarına bakarak bir yandan da sırıtarak daha içerilere çekiliyorlar, aslanları kışkırtmak üzere. Henüz bakir ve keşfedilmemiş toprakları salyalarıyla sulamaya ve farkında olmadan yeni zaferleri taçlandırmaya...

Şimdi;
Hamle sırası bende! Şimdi girdiğim savaşın kazanmak üzere atlarımı ve savaş arabalarımı sürmeli ve başladığım şeyi bitirmeliyim. Ne kadar zor olursa olsun. Savaşlar keyifle değil kararlılıkla kazanılıyor. O halde simgeleri ve şifreleri bir bir çözmeye devam etmeli. Gün gelip çattığında gölgelerde saklanan ordular kardelen çiçekleri gibi cepsiz beyaz çarşafları yırtacaklar
ve hasat zamanı tüm verimiyle gelecek.

Oysa;
Gel gitlerin ve anlaşılmazlıkların dünyasında verilen bu savaşta taraflar değil taraf olduklarına inananlar sancakları dalgalandırıyorlar ve kazananlar değil kaybedenler var. Bu anlamsız savaşı kazandıklarında kendilerinin olacağına inandırıldıkları vaadedilen topraklarsa kimsenin olmayacak zira hiçbir şekilde kazanmak mümkün değil.

O halde;
Savaş bir aldatmacaysa ve kazananı yoksa mücadele etmek niye? Ancak atlar çoktan nehrin ötesine atladı ve toplar orduların üstünden ateşe başladı!

Sırtlanların zamanı sona yaklaşıyor!

No comments: