Sunday, February 19, 2006

Savaş

Bugün uzun zamandır var olan ama kendini ilk defa bu kadar yoğun hissettiren bir duygu ile başbaşa kaldı uzun uzak adam.
"SIKIŞMIŞLIK".
Yalnız kalışının ve kendini yık(a)mayan acısının bilmem kaçıncı yılında boğaz köprüsünden geçerken, o uçsuz bucaksız marmara denizinin üstünde oyuncak misali salınan gemileri izlerken, sıkışmışlık hissi gelip oturdu yüreğine ansızın ve davet edilmeyi beklemeksizin. Daha sonra kulağına gelen "ne olur sen de alıp başını gitme" melodileri arasında düşünmeye ve yalnız yolculuğuna devam etmeye koyuldu uzun uzak adam.
Hava alabildiğine taze ve açıktı, gençti(ler), gelecek onundu/onlarındı; gel gör ki çırpınışları içinde "an"ı yitiriyordu(lar). İşte bu: sıkışmışlık ve çaresizlikti. Neden böylesine umutsuz ve çaresiz hissetiğine gelince uzun uzak adamın, cevap her defasında puslu ve derine bakan gözler oluyordu. İşte böyle başlar uzun uzak adamın sıkışmışlık hikayesi.Aslında başladığı kadar hızlı da biter. Başlangıç ve bitiş arasında her zaman "an" kadar kısa biz zaman dilimi vardır. Vardır var olmasına ya, ancak bittikten sonra böyle olduğu anlaşılır. Bitene kadar, mücadele kıyasıya sürer gider. İşte o pazar günü Uzun uzak adam da denizi düşündü sonsuz olan, sıcak duyguları düşündü kendisini terk eden, beklentilerini düşündü acıyı beraberinde getiren, huzuru düşündü beklentilerin gelişiyle geçip giden, benliğini düşündü hep peşinden koştuğu...düşündü, düşündü, düşündü. Otobüs her durakta durarak ilerledi, her durakta başka bir yolcu bindi, indi. Kimilerinin yüzünde tebessüm, kimilerinin yüzünde boşluk kimilerinde endişe. Derken Uzun uzak adamın durağı geldi. Paltosunu, çantasını aldı; düğmeye bastı; düşüncelerini, baharda bir çiçeğin polenlerini gökyüzüne saçması, gibi sonsuzluğa salarak indi otobüsten. Sıkışmışlık hissi sürdü. Sürdü sürmesine de soruları taşıdı beraberinde. Savaş alanında trampetler çaldı. Her bir asker gözlerinde ateş, yüreklerinde öfke, anılarında ve umutlarında huzurun arayışı içinde mertçe dikildi savaşı bekleyerek. Sonra... sonra savaş başladı. Başladığı gibi de bitti. Neden sonra çözümü bulmak için uzun uzak adam yazmak ve paylaşmak istedi. Kaçışın, belki de ve gerçekten de özgürce (özgür kelimesi sırf öznel nedenlerden itici gelmektedir artık uzun uzak adama ancak bu başka bir hikayedir ve sonra anlatılır.) gezmek olmadığını düşündü. Yaşamını temellendiren düşüncelerinde sınırsız olmaktı özgürlük ve bunu yapmak için şehir dışı turları düzenlemek, insanlardan kaçmak gerekmiyordu. Sırf da bu nedenle insanlar arasında yalnızdı, uzun uzaktı. Kendi benliğine yaptığı gezilerde, yüzüne ve fiziksel varlığına atadığı elçi görevini iyi yapıyor ve çevreye gülücükler saçıyordu oysa O çoktan yalnız dehlizlerinin karanlık koridorlarında yitmiş gitmiş oluyordu. Bunu farkeder farketmez ferahladı adımları. Adımları hızlandı, sorularına devam etti, cevaplarının sorularına...
O yürüdükçe çevresindeki kalabalık açıldı, boğulmuşluk hissi yerini serin rüzgarlara, yakıcı güneş sonbahar yağmurunun tatlı dokunuşlarına bıraktı. Çaresizlik: köşe başında şefkat bekleyen, gözleri "sev beni" diye yalvaran çocuktu. Sıkışmışlık: onun yanı başında geceden kalma sarhoşluğunu atmak için sürekli kusan ama artık kusacak birşeyi kalmadığı halde böğüren, böğürdükçe kendinden nefret eden ve ağlamak isteyen; ağladıkça kendinden kaçan orta yaşlarında bir adamdı. Uzun uzak adam yanlarından geçerken gökyüzündeki kara bulutlar saldı gözyaşlarını, yağmurlarla birlikte şefkat dolu elleri uzun uzak adamın kucakladı köşe başındaki çocuğu. El ele yürüdüler "huzur"la. Huzur: önden giden, yol gösteren, öngörü sahibi, cevaplarının sorularını bulmuş bilge adamdı. Onlar yürüyüp gittikçe arkadan yakıcı güneş geldi yeniden. Sıkışmışlık, terlemeye devam etti böğürdükçe, ağladıkça, kendinden kaçmak istedikçe. Kısır döngü boğazına yapıştı, nefes alamadı, ölmek istedi, gıptayla baktı geçip giden zamanın ardından.Uzun uzak adam böylece eve vardı. Elçiyi azat etti. "Savaş bitti" dedi..."En azından şimdilik"...

1 comment:

Anonymous said...

Seni cehaletin mutluluğuna davet ediyorum, uzuun uzak.