Monday, September 13, 2010

Soru

Dar duvarların arasından sızan ışıkta kafamda yankılanan soru hep aynı:

"Kendi hücrelerimin duvarlarını oluşturan ilk tuğlayı ne zaman koydum?"

Çayır çimende koştuğum ilk günleri düşünüyorum, hatırlayabildiğim kadar hatırlamaya çalışıyorum. O günlerde temeli kazmış olamam. Ancak o dönemde olsa olsa ileride kullanacağım tuğlalar elime verilmeye başlanmıştır. Eğitim sistemi, kültür, toplum... Her birim bir tuğla vermiş elime. Sırtıma vurulan yükler her geçen gün belimi bükmüş. Ağaç yaşken eğilmeye başlamış.

Sonra gençlik ve üniversite. BU dönemde özgürlük rüzgarları eserken, bastırılmışlık altından yay misali fırlayan, zembereği boşalan birey hızla kontrolü kaybetmiş. Dağılmakla birleşmek arasında gidip gelmeler sürüp gitmiş. Kendimi keşfedip, özgüven oturmaya başladığında, birden elinde bulmuşum o sırtımdaki tuğlaları. Şimdinin tam zamanı olduğuna karar vermiş ve ilk tuğlayı çakıvermişim sağlam zemine. Zemin her bakımdan çürük, yalnızca "hücre" bu durumun istisnası. Hücre sağlam, hücre güçlü, hücre yıkılmaz, azametli. Azla yetinme hücresi, sıkışmışlık hücresi, kıt knaat hücresi, karın ağrısı, mide yanması, yürek sızısı ve benzeri daha birçok isimle anılabilecek, her daim üzerimde taşıyabileceğim, tek kişilik hücrem. Toplum seninle gurur duyuyor hücre adam. Sen bu şekilde yürü ki, huzur her yerde olsun. Kafanı dışarı çıkarama ki, düzenin endişeleri yeşermesin.

Şimdi; suçlu kim bu duvarların örülmesinde!? Tuğlaları tek tek ben ördüğüme göre, suçlu ben, mahkum ben, yargıç ben. Vicdan bende, yara bende.. Peki herkes nereye gitti? Tek kişilik hücremin duvarları bu kadar mı kalın. Sessizlik içinde, karanlığa sızan ışığın yakan aydınlığında tekrar aynı soruyur soruyorum:

"Kendi hücrelerimin duvarlarını oluşturan ilk tuğlayı ne zaman koydum?"

Bu soru önemli, zira bu soruya cevap verebilirsem, kendi çöküşüme giden yolda nerede hata yaptığımı bulabileceğim. Tuğlayı kimin tedarik ettiği, beni kimin teşvik ettiği de önemli elbette ama tuğlayı ören ellerim kadar suçlu değil kimse. (Bu cümleyi, "Tuğlayı kimin tedarik ettiği, beni kimin teşvik ettiği önemli değil, tuğlayı ören ellerim kadar suçlu değil kimse." şeklinde de ifade edebilirdim.) Odanın duvarları yükseldikçe, vurdumduymazlık artmış olmalı ki, uyanış gecikmiş. Beni uyuşturan her ne ise çok güçlü olmalı ki, bir türlü başıma gelebilecekleri öngörmek mümkün olmamış.

Şimdi bir hususun daha farkına varıyorum. Yukarıdaki anlatımlarda hep "miş"li geçmiş zaman kullandım. Bu kalıp, olaylar olurken, orada olmayaan üçüncü şahıslar tarafından bir olay nakledilirken, kullanılır. Oysa ben ne yaptım? Öylesine bir gaflet içindeymişim ki, bugün hücremde kıstırılmış, suskun ve içine kapanık oturuken geçmişten hep "miş"li geçmiş zaman kipinde bahsettim geçmişimden. Peki şimdi, nerede o günlerin kibiri, nerede o günlerin sınır tanımaz özgüveni?

Sessizlik yerini klostrofobiye bırakıyor yavaş yavaş. Yoğun karanlığın minik elleri gırtlağıma sarılıyor. Gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi hissediyorum. Yüreğimin üstünde oturan zebani, kalbim her attığında tırnaklarını, kan fışkırana kadar derinlere batırıyor. Artık atmasın istiyorum, nefesin darlanmasın, kalbim sancımasın istiyorum, olmuyor. Arkamı dönüyorum duvar, sağım, solum, dört yanım duvar. Çimento, tuğla ve nem kokusu burun deliklerimden içeri süzülüyor.

Ellerime bakıyorum, kollarım, ayaklarım, bacaklarım... Artık kendimi tanıyormıyorum. Deliriyorum.

Ey okuyucu, ey kendim, bundan sonra okuyacakların, bu tuğlayı koyan ellerin eseri ve fakat benden geriye eser kalmadığının kanıtıdır. şşt.. yaklaşıyor duyuyorum, nefes alma! (Alma ki geberesin...) İyice yaklaştı, duvarın dışında, iyi ki çıkmışım bir kat daha, bu sayede beni ele geçiremeyecek, o sümüklü ve pis ellerini narin derime geçiremeyecek. Buna asla izin vermem. Seni koruyacağım. Arkanda kim var? Ne? Kimse yok mu?!? Yok tabi, bir hücredesin, bir başına kim olacak. Şaka yaptım... Ne o komik gelmedi mi? O zaman bir de şunu dene, "ey insanoğlu, kibrin arşa değerken, gözün kendinden başkasını görmezken, kendine güvenin tamken, soru işaretlerin neredeydi? Bana mı emanet etmiştin? Ben kimim?.. Ben yok, sen yok, biz varız.... nıhahaha) Bu parantezi kim kapattı? Ben açmadım ki, sen kapatasın... O hamam böceğini kim koydu oraya? Bak, bak kaçıyor... yoksa bana mı bakıyor?

Hücrenin duvarlarından tırnak izleri, kan, ter ve pislik izleri. Benden geriye kalansa çürümüşlük ve kokuşmuşluk. Soru işaretleri boşluğu doldurmak şöyle dursun, genişletiyor.

Sonumu hazırlayan kendi hücrelerimin duvarlarını oluşturan ilk tuğlayı ne zaman koydum?

No comments: