Friday, September 10, 2010

Güneş Batarken

Güneş bulutların ardında bir süredir. Nem yüksek, yüreğim darlanıyor. Doğduğumuz günden öldüğümüz güne kadar yanımızda yöremizde bir kısım insanlar var. Aile bunların içerisinde en değerli olanı. Kimileri, "onları seçmiyoruz", oysa dostlar seçtiklerimizdir diyor, ancak ailenin yerini hiçbir kurum, kişi veya başka her ne ad altında olursa olsun diğer birşey alamıyor. Yaşam denilen çalkantılı denizde boğuşurken, çoğu zaman sahip olduğumuz değerli hazineyi unutup, geçici zırvalıkların derdine düşüyoruz. İşte böyle anlarda havadaki nem oranı daha da yükseliyor ve yürek daha da bir darlanıyor.

Hava kararıyor. Günümün güneşi akşamın serinliğini ardında bırakarak batışa geçiyor. Yazın pırıldayan güneş artık yerini sonbaharın yağışlı ve ıslak günlerine bırakıyor. Çocukluğumda, yazın, kaygısızca, deniz kenarında koştuğum, ağaç dallarından yere inmediğim, terleyip terleyip koşarak eve sığındığım günlerin güneşi artık yerini sonbaharın ısıran soğuğuna ve ıslaklığına bırakıyor; ardı kış: soğuk, karlı, sessiz... Bu bir döngü ise eğer elbet yine yaz gelir, yine güneş parıl parıl parıldar... Ama o güneş hep aynı görünse de ne güneşin altında yaşamlarını sürdürenler aynı kalıyor ne de güneşin kendisi.

Denizin turkuvaz mavi rengi, kara balçığa dönüyor, sular kirleniyor. Havanın açık mavisi kurşun ağırlığıyla çöküyor. Kükürt kokusu genzimi yakıyor. Ve sırtımdaki yük her geçen gün artıyor. Olgunlaşmayı beklerken, hayaller birer birer yitip gidiyor. Boynumuza takılan tasmanın ağırlığı dik duran düşüncelerin alnını yere baktırıyor. Vahşi hayvan evcilleşiyor, evcilleşmekse ölüm demek.

Duvarda asılı tablonun önünden her gün geçiyorum, yağlı boyanın renkleri her gün aynı canlılıkta selamlıyor beni ve geçen günün üzerimde bıraktığı yıpranmışlıkları. Yaşlandıkça, güneş batıyor. Güneş alçalışa geçtikçe, gecenin serinliği üstümü bir battaniye misali örtüyor, ne var ki bu battaniye ısıtmıyor da sanki ruhumu soğutuyor. Yüreğim sıkışıyor, meçhule yolculuğum, kaptanın seyir defterine düşülen notlarla devam ediyor.

Yarın olduğunda ve ben arkamı döndüğümde, göreceğim geçmişin bana sunduğu soru işaretleri çok da umurumda değil, zira geçmiş, adı üstünde geçmiş gitmiş... Yine de şunu biliyorum "an'ı an yapan, beni ben yapanların giderlerken bende bıraktıkları ile onlar giderken benden söküp aldıklarından geriye kalanlar".

Yaz biter ve hava kararıken, vadiden aşağı doğru baktığımda, beni çevreleyen ormanın kıyısında, ta uzakta parlayan sıcak ve huzurlu evin aslında çok da geçmişte kaldığını idrak etmeye başlıyorum. Birazdan yağmur başlar, üşürüm, titrerim... Geçmişin hatıraları yüreğimi yakarken, titreyen vücudumdan süzülen yağmur damlalarını ve göz yaşlarımı engelleyemem. Yaşam kimse için durmuyor, durmayacak da... Güneş batıyor...

No comments: