Wednesday, October 07, 2009

Son karşılaşma

Uçsuz bucaksız vadiye sabah sisi çökmüş. Gece yorgun düşen tüm canlılar, sıcak sığınaklarına çekilmiş. Cansız vadi, soluk ve pastel renkleri ile soğuk ve derinden nefes alıp verdikçe gökyüzü titriyor. Bir zamaların taçsız kralı, aslanların soyundan geriye kalan, gözünün feri gitmiş yılgınlıktan kafasını hep önünde taşıyan, gençliğinde yeri göğü inlettiği belli olan büyük kedi, vadiye açılan büyük geçitten sessizce geçiyor; uyuyanları uyandırmaktan korkarak. Neden sonra duruyor. Kafasını kaldırmadan, göz ucuyla bir bakış fırlatıyor donuk ve sessiz vadiye.

Ta uzaklardan bir çıtırtı tüm vadiye virüs gibi yayılıyor. Tedirgin uykusundan uyanan bir kuş havalanıyor. Delicesine, kan kızılı bir sırıtma, vadinin tüm pastelliğini ezerek, tüm sakinliğe tecavüz ederek haykırıyor, "ben buradayım" diye! Ve kesinlikle beladan kaçmıyor, tam tersine, belanın o kör karanlığının üstüne yürüyor. Burası ölüler vadisi ve O, çürümüşlüğün tahayyül edilemez delilik dağlarından ölüler vadisine inmişti.
Bakışları, yoğun sisi yararak geçti. Büyük kedinin acı çeken sessizliğini ensesinden yakaladı. Şimdi geriye, onu da kendi yanına alıp, ezeli kavgaya ölüler vadisinde devam etmek kalıyordu. Sırtlan ve aslan arasındaki kavga birkez daha başlamalıydı, ama önce ölümü tatmak gerekti bu pastel vadide.
Aslan, geldiği kapıya doğru kafasını ağır ağır çevirdi. Kaçmak istiyordu, fakat kapı kapanmıştı. Ölmekse yeniden başlamaktı ve biliyordu ki rakibi durmayacaktı.
Varsın durmasın.
Varsın gelsin.
Varsın olsun.
Varsın ölsün.
Varsın, yoksun!

No comments: