Tuesday, March 10, 2009

Meydan Savaşı

Günlerden yağmurlu bir gün, ufacık bir el yüreğimi sıkıyor. Kan çiçekleri yayılıyor göğsüme, her nefeste kanımda boğuluyorum. Gözlerim kiraz kırmızı yaşarıyor, burnumdan acıyla çıkan inlemeler kafatasımda yükselen ateşin yanında saflara katılıyor. Hayat memat mücadelesinde, sırtımdan yükselen ağrının karanlık orduları gözlerimin üzerinden burun dağına hücuma kalkıyor. Kan gölünde boğulan sevinçlerin çıkardığı iniltiler vadiye yayılırken yalnızlık göğe yükseliyor son vuruşu yapmak üzere.

Gözlerim boşalıyor, ölüyorum. Ruhsuz bedenim birkaç adım daha atıyor, düşüncelerim tökezliyor. Savaşın sıcağında buharlaşan düşünceler, tarif edilemez ilüzyonlar oluşturuyor. Kaygısızca salıverilmiş, küf kokan korku, hız kesmeden yerini alıyor kızıl öfkenin yanında.

Mide volkanı kaynadıkça kaynıyor. Her biri zehir dolu baloncuklar ardı arkasına patlıyor, acı yayılıyor.

Ordularım nerede? Onca yıl gözettiğim, beslediğim ve inandığım? Savaş meydanının ortasında bir başıma yıkık ve ezik dururken, minik el yüreğimi parçalarcasına sıkarken ve beynimin parçacıkları semaya binbir parça dağılırken nerede güvendiğim kuvvetler? Nerede? Ne...

Ve sırtımda yayılıyor bu defa kan çiçekleri. Boşalan gözlerim, uğuldayan kulaklarım, uzun uzak gölgemle batan güneşin ardı sıra seriliyorum. Ölüyorum, kimin sapladığını bilmediğim kimliksiz bıçağın biber acısı kahpeliğinde.

1 comment:

lalcius said...

Yuvarlanarak geçtim buradan:
görmediniz.
Güneş bile yumdu gözlerini
kapattı kulaklarını
işitmedi
sözlerimi.

Yaralanarak geçtim buradan:
sağaltmadınız.
Gök bile örtündü bulutlarını
sakladı yıldızlarını
dinlemedi
umutlarımı.

Yokolarak geçtim buradan:
yaşatmadınız.
Ölüm bile çekti aldı anlarını
tuttu attı anılarımı
dindirmedi
acılarımı.