Monday, September 08, 2008

çğlk

hrşy sssz, sskn. gzlr slk, frsz. Dşn klkmy frst blmyr. Gn gçtkç tknn hyt, kynğndn zklştkç ylnzlşyr.

kçk hrflrn dnysnd ssn çkrtmy krknlrn sys hr gçn gn br br artyr. v tm b sszlğn rtsnd BEN hrşy nt dmdk ykt v sht yzlr tkrrcsn dklyrm.

tk bşn nlm fd tmyn ssz hrflr dnysnd br bşn ykt drblmk, zr znt. br n kntrl kybdp, kdrt lnlr kşp, nlr srlmk, dstk dlnmk, sğnmk, hzrn ttl gğsnd kndn kybtmk ştn dğl. ys svşmk br trchtr v svşmdn kybtmk d.

b sçmlrn dnysnd, tk bşn, sslğ yrtrcsn, ykdn ynrcsn dğrldm. v dydğnz ss...

şt b BENm çğlğm dyblnlrn ss! hykrş BENm dyblnlrn kdrt...

tk bşn "BEN".

Wednesday, September 03, 2008

Kan Çanağı

Kalp krizinin koyu kırmızısı, öfkenin akışkan kızılında dibe çöküyor bir akşamda daha. Yalnız günlerin soğuğunda sıcak tutsun diye giyilen zaman hırkası, omuzlarda öyle bir ağırlık yapıyor ki, zamana meydan okumak iddiası bir anda kocayıp gidiyor ve yerini akşamın çiseleyen yağmurunda kamburlaşan uzun uzak ve kambur siluete bırakıyor. Sıtma tutmuşçasına titrerken koca beden sinirden, öfkeden, kelimeler koyu kırmızı zindanların kör karanlık bilinmezlerinde ağızları bağlı birer tutsak. Rüzgarın yerden süpürdüğü toz tanecikleri, çiseleyen yağmur altında ıslanan hırkanın gözenekli dokusu üzerine bir bir yapışıyor. Gözeneklerden göğe yükselen koku evrenin bir parçası haline gelirken, gören göze evren, bir toz tanesi oluveriyor. Anlamını yitiriyor bir anda herşey.

Ne uzun uzak siluet ne kan kırmızı sırnaşıklıklar ne de şerbet akışkanı kalabalıklar. Yalnızca var olmak ve fakat yokluğu her zerrende hissetmek. Varda yok olurken, tutunacak dalların birer birer kaydığını, uzaklaştığını görmek ama umurunda olmamak. Mutlak yokluk ve mutlak varlık arasında, kaygısızlığın ve mükemmelliğin dansında, kan çanağında bir nokta olmak:

Renksiz...

Kokusuz...