Wednesday, September 03, 2008

Kan Çanağı

Kalp krizinin koyu kırmızısı, öfkenin akışkan kızılında dibe çöküyor bir akşamda daha. Yalnız günlerin soğuğunda sıcak tutsun diye giyilen zaman hırkası, omuzlarda öyle bir ağırlık yapıyor ki, zamana meydan okumak iddiası bir anda kocayıp gidiyor ve yerini akşamın çiseleyen yağmurunda kamburlaşan uzun uzak ve kambur siluete bırakıyor. Sıtma tutmuşçasına titrerken koca beden sinirden, öfkeden, kelimeler koyu kırmızı zindanların kör karanlık bilinmezlerinde ağızları bağlı birer tutsak. Rüzgarın yerden süpürdüğü toz tanecikleri, çiseleyen yağmur altında ıslanan hırkanın gözenekli dokusu üzerine bir bir yapışıyor. Gözeneklerden göğe yükselen koku evrenin bir parçası haline gelirken, gören göze evren, bir toz tanesi oluveriyor. Anlamını yitiriyor bir anda herşey.

Ne uzun uzak siluet ne kan kırmızı sırnaşıklıklar ne de şerbet akışkanı kalabalıklar. Yalnızca var olmak ve fakat yokluğu her zerrende hissetmek. Varda yok olurken, tutunacak dalların birer birer kaydığını, uzaklaştığını görmek ama umurunda olmamak. Mutlak yokluk ve mutlak varlık arasında, kaygısızlığın ve mükemmelliğin dansında, kan çanağında bir nokta olmak:

Renksiz...

Kokusuz...

No comments: