Monday, February 24, 2014

Hiç Ülkede Gerçek Bir Paylaşım

(Hiç olmayan bir ülkede, yaşanmamış bir zamanda gerçek bir paylaşım. Sen ve ben)

Uzun Uzak Adamdan: 

"Hava soğukça, yağmur damlaları hiç durmadan düşüyorlar, bir saçak altına sığınmışız. Soğuk küçük küçük ısırıyor bizi. Bir tapınağın avlusunda huzuru yağmur altında üşüyerek yaşıyoruz. Konuşmuyoruz, anı paylaşıyoruz. Ağzımızdan çıkan buhar yağmur damlalarına inat göğe yükselip kayboluyor. 

Avlunun zeminindeki toprak yavaş yavaş yumuşuyor. Tek katlı uzunlamasına yapının diğer köşesinde iki yaşlı adam Çin satrancı oynuyor. Savaş alanında çarpışan filler, atlar, savaşçılar…

Seni hafifçe dürtüyorum, gözümle adamları işaret ediyorum. Kafanla onaylıyorsun, sen de görmüşsün. 

Sonra bırakıyoruz yağmur yağsın…" 

Kadim Dostundan: 

"İzleyenleri önce umutsuzluğa sonra da deliliğe sürükleyecek bir tiyatro oyunundan kesitlerin yer aldığı bir hayatı yaşayan insanları izlerken varılacak nokta neresidir? O insanlardan biri olduğunu fark etmek mi, yoksa yasak oyuna dair soylenmemesi gereken şeyleri işitip bir daha asla bilmeyecek gibi yapamayacak oluş mu?

Gerçek felaketin aslında ortada gerçekten bir felaket olmadığını fark eden insanlardan korkmaya gerek var mı? 

Derin, kirli, karanlık sulardan müteşekkil bir gölün üzerine yerleşmiş atlama taşlarından birinin üstünde bulsan kendini, bir taştan diğerine gecişin her seferinde patikana bir adım daha ekleyecektir. Peki o patikayı belirleyen ne? Taşların birbirine olan mesafesi, komşuluğu da denebilir ilk bakışta. Peki taşlar neden o sekilde dizili? 

Sonsuzluğu kıramayacağını fark eden bilincin bir yandan kendini, diğer yandan başkalarını tüketmek dışında bir seçeneği olabilir mi?

Maskesini çıkarmaya çalışırken maske giymediğini fark edeni tedavi etmek söz konusu olabilir mi?

Sarı Kralın neyi gösterdiğini merak ettim uzunca bir süre ama sonra aklıma başka bir şey geldi: Sarı Kral neyi göstermiyor?

Daha fazla dusunmeye ve yazmaya korkuyorum. Bir yandan da o yasak oyunu merak ediyorum." 

Uzun Uzak Adamdan: 

"Merak, kadim dostum, o adımı çoktan attığının ve bir daha, huzurlular ülkesine, geri dönemeyeceğinin zira köprüleri çoktan yaktığının, bu yaşamda vücut bulmuş halidir. 

Artık o gölge seni, beni hep takip edecek; Her karanlık sokakta büyüyerek ve her aydınlık günde bir karanlık köşe bularak. Merak olarak kök salan düşünce, kökler derine yürüdükçe büyüyerek dev bir kaygı çınarına dönüşecek ve neticede aklı selim diyarından bir gemi ayrılacak, dümeni boş, rotası belirsiz. 

İçinde yaşadığımız tüm kurak günlere rağmen, olmayan ülkede yağmur altında yürüyüşümüz devam ederken, dağın aşağılarında kamp kuran sis orduları tüm gerçekliği öylesine sessizce yutuyor ki, sana, bana durup kabullenmek kalıyor. 

“İzleyenleri önce umutsuzluğa sonra da deliliğe sürükleyecek bir tiyatro oyunu”na gelince. Bizim merakımız bu oyunun ne sonuna ne başına, aslında daha ziyade perde arkasını, yönetmenini ve imgesel olarak kimi betimlediğini merak ediyoruz. 

Sarı imparatorun, çay setlerinde, güneşli bir günde, yüzümüzde geleceğe umutla parlayan bir tebessüm eşliğinde benimle yürür müsün?"