Wednesday, August 17, 2011

Ölüm

Süregiden çizgide kırılma,
Dümdüz bir yolda dipsiz bir çukur,
Yaz ortasında güneş tutulması,
Bir paragrafın sonundaki nokta,
Ve
Nefes alıp verirken, son kez vermek ve derin bir sessizliğe gömülmek sonsuzlukça.
Hiç sorgu sual etmeden sürdürdüğümüz hayatın birgün, ansızın, geliyorum demeden, haber vermeden gelen ölümü misafir edebileceğini hiç düşündün mü?Ben hergün düşünüyorum. Susuyorum. Nefesimi tutuyorum. Bazen soğuk terler töküyorum bazen yüreğim tekliyor, sonra bakıyorum hayat devam ediyor.

... (Kafamdan geçenler kalemime akmıyor, akamıyor. Neden aksın?)

Artık yazamıyorum. Ben uzaklara gitmişim, ölümse yeni dönüyor seyahatinden... kimbilir belki de huzurlu bir tatil geçirmiş, görevini yapmaya hazır ve nazırdır.

Ne çorak toprakların yağmurları ne tüten puronun dumanı... artık herşey koyu suskunluğun ağırlığı içinde boğulup gidiyor. Miskinlik, kokuşmuşluk, umutsuz gözlerle etrafı süzen bana küçümsercesine bakıyor.

Hey ölüm! Sen bir anomali değil, bu bezgin haneye ev sahibisin. Sen gel ben çekileceğim... Gittiğim yerden haber etmeyeceğim. Geçip gidenlerin diyarında, söz geçirmez, göz görmez, gönül titremez bölmelerde yaşayacağım. Ta ki o seyahate çıkana kadar.

Bakir topraklara düşen yağmur damlası,
Nasırlaşmış yüreklerden süzülen ilk göz yaşı,
Volkanın ağzından fışkıran ilk hıçkırık,
Sen gittin gideli senin yerine gelen kara delik...

Ölüm: kendinden menkul.

No comments: