Thursday, April 02, 2009

Dizlerinin üstüne çökmek

Bir zamanlar özgürlüğe hükmetmiş, onu yönetmiş bir tanrıydı. Hiçbir zincirin ket vuramadığı, hiçbir gücün iradesini yerinden oynatamadığı tarifsiz bir varoluş sergilemişti.

Oysa ne olduysa olmuş ve yenilmişti. Diğerleriyle karşılaştırıldığında hala dimdik hala ayakta idi ancak içten içe biliyordu.

O öğlen,
Dev dizlerinin üstüne çökmüş ve bunu yaparken tutunduğu tüm değerleri tüm dünyaları sarsmış ve herşeyden önemlisi gözlerini yere dikmiş, boyun eğmişti. Özgürlük bu durumu fırsat bilip, tıpkı bu devden çekmemişçesine yükselmiş, güneşin desteğini arkasına almış sırıtıyordu. Bu mütecaviz sırıtma utanma duygusu olan her varlığı sessizliğe boğmuş, gören gözleri görmez kılmıştı. Gözyaşları içe çağladı, kırmızı öfke buz mavizi göz yaşları ile sertleşti ve intikam kılıcı ta derinlerine saplandı dev dağının. İntikamın acısı hiç böylesine acıtmamıştı canını. Yumrukları sıkıldı, her bir dağlar büyüklüğünde toz tanecikleri dört bir yana saçıldı. Yine de dikelecek gücü bulamadı, aramadı da. Savaş kaybedilmişti ve nafile arayışlara ayıracak bir tek nefes bile yoktu. Geçmişin haşmetli gölgesinde kıpırdanan heyecanları araştırdı zihninin dehlizlerinde son bir umutla. Onlara tutunmanın iyi olacağını düşünerek ve hemen sonra vazgeçti. Bu savaş burada bitmişti.

Bir kez diz çökmüştü, boyun eğmişti.

Artık dönüşü olmayan bir çöküşün içinde daha fazla debelenerek, geçmişte kazandığı tek hazinesi olan gururunu da çamura bulamak istemiyordu.

Yere bağdaş kurdu. Gözlerini iyice kapattı. Kamburu, kibirli güneşe dönük, sönmüş bir yanardağ gibi öylece oturdu kaldı.