Friday, February 06, 2009

Ben yok sen yok...

Sokak lambalarıyla puslanan karanlıkta uzayıp giden bir gölgeyi takip ediyorum, kendimi. Lambaların ışıında dallanıp budaklanıyor düşüncelerim. Onları takip etmekten yorulmuş, daha fazla yola devam edemeyen kendimi geride bırakmak istercesine, sessizce, sürüklüyorum ayaklarımı. Ben, uzun uzak adam, sudaki yansımasına tükürmek istiyorum Narcisisus'un. Düşüncelerime bir göz atıyorum. Arkamdan geliyorlar, nefesimde kokan puronun çekiciliğine tav
sırtlan sürüsü boş anımı kolluyor. İşte, bencillik kavramına yöneltilen küfürler gırtlağımı sıkar, bezginlik belimi bükerken bu yalnızlığa açılan gecede, umuda lanet ederek ve "ben"e küfrederek yürüyorum.

- Ben bencil değilim.
BU cümleyi sarfeden ve bu derece ben odaklılığa kızanlara ne demeli? Şimdi soruyorum:
- Sen nesin?
Ben kavramına sarılarak yürüyenlerin kendilerinden gayrı sana dönmelerini bekliyorsan ve kendinde başkalarının gözünden sürekli bir sen arayışı içindeysen, sorarım ne farkın kalır "ben" deyip gezenden.

Ben, duranlar diyarından Ozan. Tanır mısınız? "Ben"i unutup, baskıların altında kemiği alınmış et gibi büzülen ve senlerin arasında yitip giden "o". Sen! Öcünü ve öfkesini, kendini kendine adayanlardan almak isteyen insan, uzun uzak gölge gün gelip seni de kavradığında ve o gün aynaya baktığında kendi yüzüne bile tükürmeyeceksin.

Ve bil ki, aradığın gibi bir dünya ve özlediğin gibi bir sen yok!