Tuesday, November 11, 2008

Uzatmayın artık...

Kelimeler yorgunluk veriyor.
Birbiri ardına dizilmiş, tren vagonları misali ağız tünelinden çıkan iradesiz ve fakat alışkanlık mahsulü hayata ve güne uzayıp gidiyorlar.
Başımı ağrıtan, uzatılmış diyaloglar.
Anlaşılmayan, anlamlandırılamayan eleştiriler.
"Söz gümüşsa sükut altındır." sözü, altından sessizlik tahtında unutulmuş gitmiş bugünlerde. Sonuçsuz tartışmalardan uzak durmaya çalışırken başıma bir ağrı saplanıveriyor. Hava, ciğerlerime giden yolda bir yerlerde sıkışıp kalıyor. Açıklamalar sarmalında ve kafamın tutamaçlarında, hız kesici yol bariyerlerine söve saya sürüyorum bilincimi.
Uzun uzak ufuklarda güneş ağır ağır batıyor.
Biliyorum ki o gün geldiğinde yalnız başımıza göçüp gideceğiz bilinmeyene. Ve işte o zaman kimsecikler soru sormayacak, sorgulamayacak.
Hayat denen o koşturmaca, sonsuz karanlığın, pekmez koyusu derinliğinde, son ışık da yitip gidinceye dek batacak ve sonsuza dek sönecek.
Ne zaman
ne mekan
ne baş ağrısı
ne de sıkıntılar kalacak geriye.
Söz göz geçirmeyen bölmelerde, yalnızlık tahtında ve sükut örtüsü altında toprak kokusuyla tadını çıkaracağız o zaman...
Ve şimdi, akılda kalan bir atasözü çınlıyor semada:

"Dertsiz baş terkide gerek"

1 comment:

Anonymous said...

tüketme içindeki yaşama sevgisini
ya çare sizsiniz, ya çaresizsiniz..