Wednesday, January 15, 2014

Alıştığım, sonrası - öncesi

Tuttuğunu bırakmak kolay değildir,
Bırakacağına inandırmaya çalışırken kendini, hep umut edersin, "acaba son bir kere birşeyler değişir de bırakmak zorunda kalmaz mıyım?" diye..
Sonra an gelir, kaçamazsın artık, bırakırsın...
İçinde toprak kaymaları yaşanır, büyük bir boşluk alır
tüm geçmişin,
yaşanmışlıkların,
sahiplenmelerin
yerini.
Kocaman bir boşluk; nefes aldıkça büyük çatlaktan buz gibi bir hava dolar içeri.
Sen Bıraktıktan ve o gittikten sonra sen, sen olmaktan çıkarsın;
boşluk, kendi kendini doldurur zamanla, daha sert bir dolguyla, daha az duygu daha çok öfkeyle.
Sonunda boşluk gider, soğuk söner, ateş harlar seni...
Kor alevin yankısı öfkende parlar!
Gözün kararır, yakarsın, yanarsın...
 

Monday, January 13, 2014

"Can"ın ardından...

6:10 uçağı 7:10'da iniş yapıyor rüzgarlı bir Karadeniz sabahına. Hava limanından sonra otobüs yolcuğu iki saat sürüyor. Deniz, dağ, virajlar, hava, su hep aynı. Ne var ki değişen bir şeyler vardı bugün benim için; Bugün burada bulunma sebebim...

Kadim aile dostumuzun, 30'lu yılların ikinci yarısında başlayan hayat yolculuğu dün sona ermiş. Herkes diyor ki hava dün günlük güneşlikti, bugünse fırtına, yağmur yağış. Doğa gidenin ardından öfkeleniyor, göz yaşı döküyor... Onu toprak ananın kollarına yatırıyoruz, daha evvel nice dostlara yaptığımız gibi. Gözlerimden akan yaşlar yağmurlara karışıyor. İçim akıyor her damlayla, anılar benden taşıyor, görüntü buğulanıyor, kalabalık bir anda yok oluyor, alacakaranlıkta anılarımla yapayalnız kalıyorum. Dizlerim güçsüz, nefesim solgun, eriyorum, bitiyorum. 

Göz açıp kapama süresinde geçmişe gidiyorum: güneşli bir yaz günü, deniz pırıl pırıl parlıyor.
O, koltuğunun altında günün gazetesi ve benim için kitapçıdan aldığı kitaplarla çıkageliyor, ağır adımlarla. Gözlerinde geleceğe umut saçan bir ışıltı, "ateş adam" diye sesleniyor bana. Hayatın kara kuytularını hep görmüştü, ancak belki de o zamanlar umudu bende görüyordu, bana ve geleceğe inanıyordu. Ya da belki de daha körpecik bir dimanın hayallerini şimdiden kırmak istemiyordu. Kendi mücadelelerinde ulaşamadıkları mutlu sonlara benim ulaşacağımı düşünüyordu belki de. Kitapları ve gazeteleri bana teslim ettikten sonra babamla bir sohbete girişiyorlar yemek hazır olana kadar. Yemek sonrası Türk kahveleri içiliyor, sigaralar tellendiriliyor, karşılıklı gazeteler okunuyor ve sessiz saatler geçiyor. O zamanlar anlamazdım susarak nasıl sohbet edilebildiğini ya da bir şeylerin nasıl paylaşılabildiğini. Sonra sonra anladım ki, sözlerin ötesine geçmiş dostluklarda kelimelere ihtiyaç kalmıyormuş. Akşam üzeri, geldiği gibi giderdi... Gitmesin isterdim, arkasından bakakalırdım. "Gitme" diyemezdim, bilirdim ki desem de durduramazdım. Ve yine bilirdim ki o gitse de varlığı hep bizimleydi, yanımızdaydı.

Aradan geçen yıllarda, önce babam göçüp gitti bu dünyadan, tanıdığım en güçlü adam. Ardından birlikte bakakaldık, ben babasız, o kardeşsiz. Şimdi o da gitti ve ben yapayalnız... Gitmesin isterdim, ama şimdi daha iyi biliyorum ki, bir kere yola çıktıysa durmazdı artık. 

Bugün 13 Ocak 2014. Hayat nehri akmaya devam ediyor ve tüm yüce çınarları suyuna katıp götürüyor. O geçiyor ben bakıyorum, her geçen gün özlediklerimin sayısı artıyor. 

Yağmur şiddetini artırdı. Kağıdım, purom, gözlerim ıslanıyor. Yine de uzaklarda bir yerlerde umudum tütmeye devam ediyor. Gidenlere selam olsun, gelen günler elbet bizi de alır. O güne kadar bu nehir akar, biz bakar! 

Friday, January 03, 2014

geldiği gibi...

...ve bir gün geldiği gibi gitti ...

Ardından bakakaldık,

Esen rüzgarlar kokusunu alıp götürdüler kaygısızca ve biz yalnızca hatıralarımızla kalakaldık…

Gülen gözler, şen kahkahalar, uzun sohbetler, hepsi yerini uzun süren sessizliklere bıraktı.

Rüzgar mı yoksa sessizlik mi sorumlusu bilinmez, ama içimizi bir ürperti aldı.

Geride kalmışlığımızın yalnızlığını, ayrılığın soğuk minik ellerinde hissettik.

soğuk, sessiz, yitik, uzun ve uzak bakakaldık...