Wednesday, February 13, 2013

Yitik...

Gönül pınarım kuru, yüreğim her an darbe almaktan bitkin, enerjimin son damlası akıp gitti... Aklımın bir köşesinde Bukowski puro tellendirip, sövüyor. Kaçmak istiyorum, köşelere bucaklara, deliklere saklanmak, gözden ırak olmak istiyorum. Zira, her adımda sırtıma bir darbe almaktan sıkıldım, yoruldum...

"Değer" her ne ise, her hatayla eriyip gidiyor ve karşılığında ödediğim bedel o kadar ağır oluyor ki, yitip giden yerine hangi "değer"i getirsem/getirsen/getirseler fayda etmiyor. Her hatayla bir parçam yanıyor, kopuyor, eriyor, sönüyor.

Öfkem, zihnimin mahzenlerine zincirlenmiş bir canavar. O canavar, o kadar çok kırbaçlandı ki artık onu zapteden bünye temelinden sarsılmaya, parçalara ayrılmaya başladı. O ortaya çıktığında, ödenecek bedelin hiç bir önemi kalmayacak çünkü artık "ben" ben olmayacağım. Belki ona dönüşeceğim, belki de ondan geriye kalmış bir enkaz olacağım.

HIzlı hızlı nefes alıp veriyorum, sesim titriyor, başım ağrıyor. Ağlamak fikrini, kan kızılı, ateş kurusu bir öfke boğuyor. Gözümden fışkıran göz yaşı değil, kıvılcım.  

Güneş boğuluyor... Gün karanlığa gömülüyor.

Tek umudum karanlığın beni örtmesi,
İpeksi dokunuşlarla avutması,
Sonra beni benden alıp, öfkeme çalması!
Tekrar gün doğduğunda ateşten dövülmüş çelik bir iradeyle yeryüzüne salması...

Monday, February 11, 2013

Saçılmak

Herşey tetiğe uygulanacak bir anlık baskıya bakıyor.
Beyin dışa açılacak ve hayat perdesini kapatacak.
Ağızdaki çeliğin kurşuni tadı ve kanın ılık daveti...
Sonra...?
Sonrasını hayatta kalanlar düşündün...