Tuesday, March 27, 2012

Sevgili Ölüm

Ölüm kollarını kavuşturmuş arkamda dikiliyor. "Bu yazı bittiğinde alırım canını." demiş ve sonrasında sessizliğini korumuş. Kararlı ve sert bakışlarda süzüyor beni ve ondan ölümüne korkarak kağıt üstünde kaçan kalemimi.

Kör gardiyan bir yandan kulağıma öte dünyanın türkülerini fısıldarken, ben hayatı düşünüyorum; Anlamsız buluyorum onu. Her geçen gün daha da anlamsızlaştığını, değerini yitirdiğini, daha dogrusu değersizleşttirildiğini düşünüyorum.

İletişimi ele alalım mesela. İletişim insanoğlunun türünü devam ettirirken hem cinsleriyle aynı çizgide olduğunu teyit eder ve anlaşılmayı sağlar ve işte bu nedenle iletişimde yüksek sadakat önem kazanır. Sadakat, düşüncelere, duygulara sadakattir. Şayet sadakatten ödün verirse insanoğlu, iste o zaman kendini ifade etmekten uzaklaşır ve iç dünyasının yansıması tam bir hilkat garibesine dönüşür. Günümüzde iletişim bilinçli olarak, zaman yokluğu/darlığı uydurmacası altında, köreltiliyor, kısırlaştırılıyor, zavallılaştırılıyor.

Kendini ifade edemeyen ancak ifade ettiğini zanneden bireylerin sayısı her geçen gün artıyor. Akıcı, planlanmış ve keskin zeka ürünü ifadelerin yerini, anlamsız bağlarlar, garip kelimeler, duraksamalar ve anlatım bozuklukları alıyor. Daha da kötüsü ifadeler kısaldıkça kısalıyor. Önce kelimeler sınırlanıyor sonra harfler ve iletişimde sadakat ortadan kalkıyor... Geriye bu savaştan arta kalan kolu bacağı kopmuş zavallı insancıklar kalıyor.

Kalemim ölümün varlığını unutmuş gibi yavaşlıyor... Göz ucuyla yokluyorum onu hala orada mı diye.? Keskin gözlerle beni süzüyor, ya da hayır hayır, yazdıklarımı okuyor. Kimbilir belki de bana hak veriyordur. Ne de olsa o da bu dünyaya sık sık gelip gidiyor. Saçmalamaya başlıyorum sanıyorum.

Gecenin saatleri ilerledikçe gündüzün kalabalığı bir bir kendi dünyalarına çekildiler ve ben kendi iç seçimle bir basıma, deliliğin dağlarına doğru yola çıktım.

Susuyorum... Dinliyorum... Uzaktan bir araba geçiyor, bir köpek iki sokak ötede havliyor. Ruhum hızla oraya gidip geliyor. O sırada bir zaman kayması oluyor korkarım. Burnuma bacalardan çıkan duman kokuları geliyor. Yıllar oncesine gidiyorum. Mahalleden gecen bekçinin
düdüğü bir huzur veriyor icime. Sessiz sokaklardan o sorumlu. Hırsızlara göz açtırmıyor biliyorum. Ve sonra kendime geliyorum. Yıllar gecmis, bekçi gorevini yapamamış, hayat benden calabilecegi seyleri bugüne kadar yılmadan usanmadan almış götürmüş. Geriye bakıyorum, ruhum daralıyor. Derin bir nefes alıyorum, canım puro çekiyor. Keşke şöyle kallavi bir purom olsaydı, yarın sabah erken kalkma derdim olmasaydı, derin derin nefesler çekip uzun uzun üfleyerek anın tadını çıkarsam geçişe gitseydim, ama hayır! Purom yok ve yarın sabah erken kalkılacak.

Yapabilecek olduğum şeyler varken bunları yapmaksızın var olanı kabullenmiş olmak, gelinen noktada bir zafer mı yoksa mutlak bir yenilgi mi? Bu soruyu bir insanın kendi kendine sorması neye yarar peki? İş işten geçtikten sonra bazı soruların sorulmasının bir anlamı var mıdır? Hele de geri dönülemeyecek yola girmişsen ve bir daha bu yola girme şansın yoksa o halde ne demeye insanoğlu sorgular ki böyle seyleri? Önüne gelen veya geldiğini düşündüğü fırsatlar son gemiye binmiş ve bir daha dönüşü olmayan yolculuklara çıkmışken ben neyi soruyorum ki kendime o zaman? Sormuyorum! Sorumu geri aldım.

Şimdi sen, ey ölüm !! Soruma cevap ver: "ne istiyorsun benden ve bu masum kalemimden. Bu
kadar mı eğlenceli kalbimi sıkmak ya da kılcal bir damarımı çatlatıp benden kurtulmak, yoksa sen de gorevini mi yapıyorsun? Nasıl kolay mı? Sen de birçoğumuz gibi işini yapmak zorunda oldugun için mı yapıyorsun yoksa mutlu azınlık gibi sevdiği işi yapanlardan mısın? Şayet öyle ise durup bir düşünmek gerekir bence! "Ben ne yapıyorum?" Diye sormalı sorgulamalısın. Aksi takdirde ruhsuz bir katile dönüşürsün ve gün gelip geçmişe dönüp baktığında "ben neden bunca sene böyle bir yapmışım?" diye sorarsın kendine.

Neyse, bak ne diyeceğim, ben şimdi yatıyorum. Uyku ağır bastı. Sen de bu söylediklerimi bir düşün ve düşünürken bana da biraz mühlet ver... o arada ben de düşüneyim. "Ben nerede yanlış
Yaptım..."