Monday, November 29, 2010

Sırtlan

Bu sırtlar bizim,
Sırtlanamayanlar giderler,
Geriye biz kalırız,
Sırtlanlar...

Wednesday, November 24, 2010

Damlalar

Her damla bardağı dolduruyor. Düşen her damla suyu titretiyor ve yüreği kabartıyor, ama sessizlik gelen fırtınaya gebe öylece duruyor. Aradan günler ve aylar geçiyor. Birbiri ardına eklenen her bir damla su seviyesini yükseltiyor.

Güneşli bir günde, daracık ve rüzgarlı bir sokakta oturmuş kahvemi yudumluyorum. Sokağın iki ucunu kesen iki caddede de alabildiğine güneş var. Belli ki güneşin vurduğu yerler sıcak, sıcacık! Oysa ben bu daracık sokakta en sokağın rüzgarı kadar sert bir çehreye sahip kahvemin köpüğüne bakıp içimi ısıtmaya çalışırken, bir ürperme bana sürtünüp geçiyor. Biraz daha büzülüyor, kahve fincanını biraz daha sıkı kavrıyorum.

Düşünceler hücuma kalkmışlar. Saldırırlarken sesleri bir uğultu haline geliyor. Bardağı taşıran sulu zırtlak davranışlar, onların öfkesini kabartmış ve durdurulamaz olan taarruz başlamış. Düşüncelerin karşı konulamaz uğultusu, ara sokaktaki rüzgarın serinliğine ve közde pişmiş kahvenin acı tadına sahip. Düşünüyorum: Şimdi onları zaptetmeli miyim? Yoksa, ben de peşlerine takılıp doluz dizgin at mı sürmeliyim hınca, öfkeye, dehşete ve kıyıma?

Kahve fincanının boşladığını görerek üzülüyorum. Oysa daha uzun süre içebilirdim. Kahveden arta kalan telveye bakıyorum, kara bir tablo var karşımda. Belli ki usta telveyi bol tutmuş. Peki, benim hayatımın telvesini bol tutan kim? Güneşli bir günde rüzgarlı ve daracık yollara beni sürükleyen ne? Bu kararları verirken içimi alev alev yakan öfke seline dayanma gücünü nerede bulacağım?

Ayağa kalkıp, güneşe doğru yürüyorum. Geriye yerimde esen yeller ile boş bir kahve fincanı kalıyor, hızla soğuyan. Peki beni güneşe sürükleyen ne?

Friday, November 05, 2010

Taze bir günün öyküsü...

Kılıçlar çekilip, kan perdesi gözleri kapattığında, arkada yatan öfke denizi kabarır. Uyuyan düşünceler kan kızılı kabuslarını dört bir yana magma sıcağında saçarken, korkuyla seyreden gözlere birer birer mil çekilir...

Karanlığın siyahı ve öfkenin kan kırmızısı sessizliğin yoğunluğunda nefes alan her varlığı tarif edilemez acılara boğarlar. Buna seyirci kalan korkaklar ilk sırayı alırken, karşı koyan cahiller acının koyu kahvesini yudum yudum tadarlar.

Sonuç yeni doğan günün serin şafağında taptaze bir mavilik, durgun denizin hoş kokusudur. Geride kalanlar ise yalnızca unutulmuş toz zerrecikleri...