Monday, June 23, 2008

Beklenti

Gökyüzü çakan bir şimşekle aydınlandı, gece güne dönüverdi... Rüzgar tüm haşmetiyle pelerinini savurarak arkasına bakmadan uzaklaştı. Düşünce seli birazdan yağan yağan yağmurun ardından sökün edecekti besbelli.

"İçine duyguların, düşüncelerin sızamadığı karanlığı delice yararak, ışığın gerçekleri tüm çıplaklığıyla utanmazca göz önüne serdiği bir günde; Gerçeklerin gözleri yakarcasına kör eden aydınlıkta yitip gittiği, sinsi grinin ve dahi saf siyahın belleklerden silindiği bir anda ortaya çıkan uçsuz bucaksız kaybolmuşluk hissidir beyaz, bembeyaz. Değil görmek, düşünmek dahi imkansız hale gelirken, bu saflıktan çıldırmak işten bile değildir. Bir papatyanın beyazı en koyu siyah, bir ananın yavrusuna duyguları en sinsi gri olarak algılanır böylesi bir beyazın yanında. Zıttının var olmadığı bir varoluşun yokluğun ta kendisi olduğu gerçeğini görmezden gelircesine, böylesi bir beyazlık ummak, gözlerini sımsıkı yummaktır hayata ve diğer nice renklerine."

Ve sessizlik hakim oldu.

Monday, June 16, 2008

Gri

Karanlıklardan söken beyaz şafağın kör soğuna adım adım ilerlerken, buz tutmuş toprakların yemyeşil tazeliğine hasret, puro kokusu yalnızlığında düşüncelerle dansına devam etti Uzun Uzak Adam. Gözlerini mesken tutan evrenleri yutan kara delik, zamanı hazmetmeye çalışıyordu. Belli ki yük ağır gelmişti. Ayaklarının altında çıtırdadı yer. Buz mavisi ufuk, kara delikten süzülüp kor alevi yüreğinin (b)en merkezine daldı ve eriyerek kusursuz bir damlaya dönüştü. Duyguların damıtıldığı bu damla sonsuz yolculuğuna başladı. Yalnızdı... sessizdi... ama kusursuz güzellikteydi. Hesaplamalardan uzak, kaygılardan arınmış, öylece bir başına var oldu.
Geldiği yolu izleyerek zamanın hazımsızlığını yaşayan kara delikten süzüldü ve üzerinde derin şafağın yansıması uzun uzak gözlerden aşağı salıverdi kendini.

- Ne o ağlıyor musun? Sil göz yaşını...

Sunday, June 15, 2008

OYUN

Oyunun kuralları vardır. Kurallar dahilinde oynandığı sürece zaman hoşça geçer ve oyun sona erdiğinde oyuncular bu oyunun içinde olmaktan haz alırlar. Peki ya birileri kuralları ihlal etmeye başlarsa ne olur? Oyun, oyun olmaktan çıkar. Ancak oyunun kurallarını koyanlar, kuralları bozanlardan yana olurlar ya da kuralı çiğneyenler kural koyucular olursa ortaya nasıl bir tablo çıkar? Kokuşmuşluk oyunun kuralı haline gelir, oyun alanı genişler, oyununun kuralı bozandan gayrısı oyundan zevk almaz hale gelir ve dahası oyuncular oyunda piyon haline gelirler. Peki bu durum nasıl sona erer? Ya da erer mi? Yeni kurulan oyun sisteminde güçlü oyuncular, kuralları akıllıca yorumlayabilir, düzen ve hileleri farklı düzen ve hilelerle bertaraf edecek kadar akıllı ve daha sonra da asıl oyunun kurallarını yeniden tesis edebilecek derecede inançlı ve onurlu olurlarsa kural çiğneyicilerinin sonu başlamış olur. İçinde bulunduğumuz hayat bir oyundur. Oyun içinde oyunlar sergilenir. Kimileri masum, centilmence kimileri kirli ve hain. Ayak oyunları izleriz zaman zaman. Kuralların çiğnendiğini, değiştirildiğini gözlemleriz; bazen müdahale edemeyiz bazen etmek isteyip etmeyiz. Çoğu zaman oyunda figuran olmanın ezikliği içinde gözlerimizi yerden kaldıramayız. Ya da bir oyundaki piyon misali oradan oraya sürüklenirken çaresizliğimize içten içe ağlarız. Deveden büyük fil var misali, büyük oyuncular ve daha büyük oyuncular vardır. "M"ler..."K"ler..."D"ler..."Y"ler ve diğerleri. Oyun sürdükçe vakit geçer ve her sanatçı yorumunu farklı şekilde ortaya koyar. Zaman zaman kurallar daha da sertleşir, yorumlar çarpışır ve ortaya çıkan tabloya göre oyuna verilen isimler değişir. Peki ya seyirciler? Yönetmenler? Her oyunun seyircisi ve yönetmeni var mıdır? Olmalı ki bu oyun sergileniyor. Olmalı ki oyun kurallara göre oynanıyor. Ne zaman ki oyuncular yönetmeye başlıyorlar oyun menfaatler dengesinde ve merkezinde sahneleniyor. Ne zaman ki seyirciler oyuna müdahale ediyor yönetmen kontrolü, oyuncular tarafsızlıklarını kaybediyorlar. Onca değişken arasından hangisine güvenmeli, ne şekilde hareket etmeli. Ben size bir sonraki oyunun detaylarını vereyim siz yerinizi belirleyin:

Sahne : İçinde bulunduğunuz yaşam
Başlama saati : Oyunu algılamaya başladığınız an
Bitiş saati : Algınızın kör olduğu an
Perde arası : Yok

Ve son olarak "oyun"un resmi tanımı:

(1) Vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence;
(2) Kumar;
(3)Şaşkınlık uyandırıcı hüner;
(4) Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi;
(5) Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü;
(6) Seslendirilmek veya sahnede oynanmak için hazırlanmış eser, temsil, piyes;
(7) Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma;
(8) (mecaz) Hile, düzen, desise, entrika"
(TDK sözlüğü)

Monday, June 09, 2008

Ekmeğin Maya'sı - İşverenin sütü bozuk

Eğer bir köpek cami duvarına işiyorsa,o köpek için "eceli gelmiş" yorumu yapılır. Ancak eğer bu köpek, cami duvarına işeyen köpeklerin ecelinin geldiği varsayımından haberdar ve hala eylemine devam ediyorsa bundan iki farklı sonuç çıkarılabilir:

1. Camiyi umursamıyor, bu düzeni koruyanların üstesinden gelebileceğini düşünüyor ve düzenin bozulmasından mefaat umuyordur.

2. KÖPEKLİĞİNİN FARKINDA DEĞİLDİR.

Sunday, June 01, 2008

Yarım kalmışlık hissine dönüş (Son Perde)

Uzak şehre dönüyorum yeniden, kalan 32 günlük mahkumiyetimi çekmeye, görünmeyen parmaklıkların ardında. Ve gördüğüm herşey yüreğimin en dibini en hassas noktasını kora çeviriyor, sızlatıyor. Yarım kalmışlık hissi bu. Onca planlamanın, masum heveslenmenin ardından, tam başlıyor derken, tam yüreğimin ortasına oturan bir yarım kalmışlık hissi bu. İlk günün tadı damağımda dururken başlangıcın hoş cümleleri hala kulaklarımda yankılanıyor. Gelecek günlere olan inanç nasıl da aldatıverdi hepimizi...

...17 gün evvel...

Sabaha karşı uzak şehrin şafağı henüz sökerken bir karanlıktır çöküveriyor yüreğime. "PAMUK artık yok" haberi geliyor. Sonsuz sessizlik bir an içinde herşeyi yiyip yitiyor. Sonrası yine yarım kalmışlık: Yazın köyde yenilen yemeklerden hoş sohbetlere, telefondaki sıcak ve özleyen sesten yıllara meydan okuyan inanca kadar bir yarım kalmışlık. Pamuk'un arkasından ağlamak değil tebessüm etmek istiyorum zira bu kısır hayat yolundan geçerken bu derece verimli olabilen nadir sayıda insandan biriydi ve hepimizin bu dünyaya olan inancını perçinleyecek bir iradeyle yaşadı. İnanıyorum ki şimdi Yadigar'ımla Pamuk sohbetlerdedir ve Rüstem'im kendisine saygıda kusur etmemektedir. Bundan böyle günlerin hep huzurla geçsin Pamuk, biz dönene dek!

...2 gün evvel...

Yâr'ımla su gibi geçen 15 günün ardından yarım kalmışlık şehrine dönüş yolculuğu başlayacak tekrar. Üzerimizde görünmez hüznün toz parçacıkları geziniyor, yarım kalmışlığın gölgesinde. Beklentilerimiz nasıl da çelme taktı çocukça ve safça hayallerimize.

...Bugün...

Yandıkça eriyen mum misali ilerliyorum kalabalık şehrin sokaklarında. Attığım her adım zulm gelerek. Ama biliyorum ki bu savaş benim savaşım, bizim savaşımız ve kazanmamıza çok ama çok az kaldı.

Yarım kalmışlık hissi şimdilik emsin kanımızı.
Sırtlanlar öldü artık aslanların zamanı.
Ve bu oyunda son perde başlasın!