Wednesday, April 30, 2008

Şerefini, saygısını, inancını yitirenlerin diyarında dev olmak

Hak ve yasa işlerinde isteyenlere yol göstermeyi, mahkemelerde, devlet dairelerinde başkalarının hakkını aramayı, korumayı meslek edinen ve bunun için yasanın gerektirdiği şartları taşıdığı varsayılan ve fakat vicdanları küf kokan kimselere sesleniyorum:

Havada rakamlar uçuşuyor, ifade ettikleri anlamlardan habersiz; Karşılıksız kazanılan, alın terine ihtiyaç duyulmayan ve düzen tarafından düzülmeye göz yumarak "düzen" olmaya çalışanların diyarında. Uzak kıyılara açılan kapıların ardında yatan korkular ve menfaatler kime fayda getirecek sorusu cevapsız. Ve onlar uykularında "yeşillik"ler görürlerken, alnından ter damlayarak çalışanların ağzına bir damla bal bile çalınmıyor. Hesap günü geldiğinde ofislerin gösterişleri masaları altına saklanmak para (yeşillik) etmeyecek.

Açın efendiler açın... kıyı bankalarında hesaplar açın... maaşları yatırın... Hesap vermekten kaçın... Yiyin efendiler yiyin... nereden geldiğini sormadan, nereye gittiğini hesaplamadan... Sac ayağı deyip, ayağının birini kendiniz kırın! Hukuk deyin hukukçuluğunuzdan utanmayın. Siz kendinize güvenmedikçe size kimler güvensin.

Yazıklar olsun!

Ustanın önünde saygıyla eğiliyorum:

"Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtiıamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!"
(Tevfik Fikret - HAN-I YAĞMA)

Thursday, April 10, 2008

Uzun Uzak Sevinç

Ejderin kardeşi bugün, puro kokusu soluğunu alarak, manastıra doğru yola çıkıyor. Yol kısa; yolculuk uzun, öğretilerle dolu. Yasak Şehrin kapıları ardına dek açıldığında, O tüm azametiyle ilerleyecek, orduyu selamlayacak ve öğretilere başlayacak. Gün gelip şafak söktüğünde, puro kokusu soluğunu alarak yanına, eve dönüş yolculuğuna başlayacak!

Ama şimdi! gidenin ardından, uzun uzağın kızıl şafağında, çoktan uzaklara göçen kardeşi başını göğe kaldırarak derin bir soluk çekiyor ve nefes ciğerlerden semaya geri yükselirken biliyor ki yürekleri bir atıyor!

Yolun açık olsun kardeşim.

Saturday, April 05, 2008

Gecenin Bir Yarısı Sıkışan Yüreğin Arkasındaki Büyük Plan (ÇARESİZLİK)

Yalnızlığın kapıda nöbet beklediği bir gecede gelir çaresizlik. Usulca süzüldükten sonra kapının aralığından, uzaklarda, yapayalnız, bir başına yatağında kıvrılmış bir bedenin yüreğine yanaşır büyük planını uygulamak için:

Önce bir koklar korkuyu; Korkunun gün yüzü görmemiş, havasız kalmış ıslak ve yapışkan kokusunu. Sonra iki eliyle kavrar zayıf düşmüş yüreği bir anlığına, hayattan koparıp almak istercesine. Sahiplenircesine.

İşte o anda uykuya dalmakta olan beden irkilir, gözler açılır. Gecenin karanlığında şöyle bir gezinir bakışlar. Nefes alamaz, kalbi sıkışır, ölüm burnunun dibindedir...

Korku odasının kapısı hızla ve bir daha kapanmamak üzere ardına kadar açılır. Umut karanlıkta boğulan son ışık hüzmesinden zayıf, sessiz bir yardım çığlığı koparır ve yok olup gider. Korku şeytani sessizliğine bürünür. Çaresizliğin planı yolunda işlemektedir. Ve avuçlarında tuttuğu yüreği bırakıverir tekrar atsın diye.

Rahat nefes almaya başlayan bedenden terler boşalıverir birden. Ölüm tehlikesi şimdilik geçmiştir, yüreğii sıkışmamaktadır artık. Ama... Peki ya geri gelirse? Kim yardıma koşacak? Kapıyı açıp odadan çıkana kadar son nefesini vermiş olacak belki de? Vakit yok! Vakit olsa da yapacak birşey yok, elden hiçbir şey gelmiyor.

Karanlık, korku, sessizlik, yalnızlık an'a sıkışıp kalmış bu yüreği ÇARESİZLİK adına yönetiyorlar. VE efendin çaresizliğin tek bir isteği var:

"Yalnızlığın kapıda nöbet beklediği bir gecede, o geldiğinde ansızın, neye sahip olursan ol, Karanlıkta bir köşede ölesiye bir Korkuyla, Sessizlik içinde büzüşmen ve aslında sahip olduklarının hiçbir önemi olmadığını ölesiye hissetmen!"