Friday, December 15, 2006

Çingene Karavanı

Uzaktan gelen tınılar beni hiç bilmediğim mekanlara götürüyor. Bilimadamı dostumu da yanıma almak istiyorum zira bu maceranın ne sonu belli ne de başı. Kime nerede ve nasıl rastlarım orası ayrı bir bilmece. Gitarın telleri titreşmeye devam ediyor ve sonra bir ordunun uygun adım yürüyüşündeki gurur yayılıyor atmosfere. Toz duman alıyor, yürüyor... Gökyüzü hep bir ağızdan söylenen ve zaferleri anlatan bir marşla çınlıyor. Bu ordu durmaz, bu ordu yenilmez. Uygun adım ilerlerken bilimadamı dostumla, kendimizi bir an Parisin arka sokaklarında dolanırken buluyoruz. İşin garip tarafı ne daha önce gitmişliğimiz ne de görmek istemişliğimiz var... Bu durumun boğluğu içinde salınıyoruz. Fuko sarkacı zihnimde bir o yana bir yana sallanıp
duruyor. Soru işaretleri geomterik seri halinde çoğalıyor. Gerilim artıyor, müziğin temposu ile birlikte. Bu işkence tacını giyeli çok olmamış. Neye dönüştüm... Tanıdığım herkes öyle ya da böyle uzaklara gidiyor... İmparatorluğum pisliğin içinde çöküp gidiyor. Yeniden başlayabilir miyim? Dönüşü olmayan bu yolda gerilim artıyor. Bir çıkış yolu bulabilirim. Bulabilir miyim? Fransanın garip sözcüklerine bu güzel bayan sesinden dahi katlanamayacağım. Al götür beni parmaklarım. Bas şu tuşa artık, gidelim buradan. Küçük hatalar dükkanından küçük şarkıların tınısına geri dönüyorum. Saat 14:51. Bu şarkı benim. Sen neredesin? Dostum nereye gitti. Bu bilinçli gündüz düşü neden karmaşaya dönüşüyor? Bu küçük şarkının notaları armonikanın tınısıyla karışıyor. Mezarlığın yanından gökyüzüne yükseliyor. Bulutlarla taşınıyor. Minik yağmur damlacıklarıyla çiğ parça olup oluk oluk akıyor tepemden aşağı! Binip gidiyorum bir çingene karavanına sıkılınca bu kalabalıktan. İstikamet: Romanya... Ne bulduysam buralarda bir çingene gibi dolduruyorum sırtımdaki yüklüğe ve gacır gucur tekerleklerin uyumlu sesleri arasında ilerliyorum. Havada yağmurla ıslanmış pamuklu kumaş kokusu ve karavanın çevreyi ışıtan sarı-turuncu ışığı. Gün batıyor beni de ağır ağır peşinde sürükleyerek! Anlamadığım dilde söylenen türkülere ritm tutuyorum akşamın tavuk karası bakışlarında... Ufak ufak düşünce kırıntıları bırakıyorum geçmişe... gün geldiğinde aynı yoldan döneyim diye... Umarım umutsuzluk kuşu tüm minik parçacıklarımı yiyip bitirmez.
Gün biter...
Gölgem uzar gider...
Üzülme sevdiğim gün gelir dönerim.