Sunday, October 29, 2006

Puro Kokusu Yalnızlığı

Uzadıkça uzayan gölgelerin peşi sıra, cebimde donmuş anların yansımaları, puro kokan bir akşamın yalnızlığındayım bu akşam da. Puro kokusu tüm ağırlığıyla hatıraları bastırıyor. Bu gece tüm yalnızlıklar üstüme sinmiş. Müzik tınıları yetişmeye çalışıyor uzaklardan zayıf çığlıklarcasına. Savaş alanlarında terk edilmiş, yenik düşmüş, tüm yarım kalmış cümleler düşüveriyor düşüncelerimin durgun gölüne:

Önce dün gece:

"Geçen gün sana döndü yüreğim yüzünü, usul usul. Yağmurlar boşandı gönlüme. Toprak kokusu..."

Sonra bu hafta:

Boş satırların diyarı...

Ve sonra özlemek ve özlemini duymak TDK'den:

"Bir kimseyi veya bir şeyi görme, kavuşma isteği, hasret, tahassür. Özlemini duymak:Yürekten istemek, arzu etmek."

Şimdiye döndüğümde:
"Elimde yine puro kokusunun yalnızlığı;
Arkam yok, önüme bakmıyorum, Yüzümü saklıyorum.
Ve derken aklıma bir kitabın arka kapağından satırlar geliyor:
"Beni gerçekten tanısaydın, yine de sever miydin?"
Ben kimim?
Ben kendimi tanıyor muyum?
Ben hep ben olmayacak mıyım?
Ve ben, ben olduğum zaman neler olacak?
Ve neden içim yanıyor?
Akşamın ağırlığı bir kez daha çöktüğünde, içimde birşeyler yanıp kül olurken, bir kömür parçası yüreğime düşüyor ve köz oluyor. Birşeylerin kontrolden çıktığını hissediyorum.

Değiştirmeliyim.

Bu yalnızlık çölünün çıldırtıcı çölünden çıkmalıyım ancak bunun için öncelikle birşeyleri değiştirmeliyim. Saflığımı geri kazanmalı, zayıf düşen aslanı canlandırmalıyım. Aksi takdirde sırtlan ordusuna yenik düşeceğim ve kontrolsüz barbar canavarlar ordusunun bilinçsizliğinde bu düzenin ritminde yitip gideceğim. Kendime ayna tutma zamanı geldi. Birşeyleri değiştirme zamanı. Miladı koymalı ancak önce nereden başlayacağımı bulmalıyım. Uzaklardan biryerlerden gelen bir mesaj, yakıyor, uyandırıyor. Aynaya her bakışımda, öfke, çaresizlik, terk edilmişlik, tutsaklık ve sessizlik tarafından kuşatıldığımı hissediyorum. Düşüncelerim öylesine karışmış ki bu kara gölden çıkamıyorum.

Ne yapmalı?

Tuesday, October 17, 2006

Hayal(et) Tren

Geçen günleri yüklenip giderken hayalet tren, Uzun uzak bakıyorum geçip gidenlerin ardından. Bir elimi yanağıma dayamış, yağmurlu bir günde ahşap evin pencerelerinden sokağı izleyen çocuk gibiyim. Biraz hüzün var yazın geçip giden günlerine ve biraz da heyecan açılan okulun getireceklerine. O anda kokular vagonu geçiyor gözümün önünden. Yağmurla ıslanan yün kazaktan yayılan koku, annemin sıcaklığını hatırlatıyor ve babamın gülümsemesini. Oysa tren o kadar hızla uzaklaşıyor ki, bana kalan sadece treni takip eden soğuk rüzgarların ürpertisi.
Üşüyorum.
Zaman zaman Romanyanın dağlarında ya da Taj meydanda; zaman zaman Kızıl topraklardayım ya da Sarıyerden geçiyor trenim.
Hayal ediyorum...
Hayaletim...
Hayal ettim...

Monday, October 09, 2006

Hatıralar

Hatıralar öylesine güçlüdürler ki;
Mekanın ve dahi zamanın ötesine geçerler.
Etin ve ruhun içine işlerler.
Kendinizi söküp atmadıkça orada öylece dururlar, dururlar, dururlar...

Sunday, October 08, 2006

Kelimeler öfkeye yenik düşüyor

Öfke denizi kabarıyor.
Gözlerimin kızardığını hissediyorum, gülüşmeler arasında. Hiç düşünmeden öylece kendini heyecana kaptırmış ve manasızca ama bir o kadar da içten pazarlıkla yaşayan insanların oluşturduğu insanlık nehrine olan öfkem katlandıkça, aynı oradan da hayatın katlanılabilirliği azalıyor. Kakara kikiri yapanlara tahammül edemiyorum.
Öfkem ateşi harlanıyor...